Hürrem | Konular | Kitaplar

Akgündüz'den Haremle ilgili Zaman'a konuştu

Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Prof Dr. Ahmet Akgündüz: “Hürrem Sultan, Hoca Sadettin Efendi’nin bir eserini bir gecede bitirebilecek kadar parlak bir zekâya sahipti”

Muhteşem Yüzyıl dizisine bir tepki de Hollanda’dan geldi. Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Prof Dr. Ahmet Akgündüz, “Harem konusunda asıl üzüldüğümüz nokta ülkemizde yetişen Cumhuriyet dönemi yazarlarının da, belgelere dayalı bir ilmî araştırma yapmak yerine, yabancı yazarları aratmayacak şekilde ve onların yazdıklarını yahut çizdiklerini aynen taklit ederek yazılar kaleme almalarıdır. Bunların tamamı da doğru olmayan bilgilerdir.” açıklamasında bulundu. Akgündüz Zaman Benelux’e önemli açıklamalarda bulundu.

Televizyon dizilerinde harem konusuna oryantalist bir bakış hâkim. Osmanlı devlet teşkilatında haremin ifa ettiği fonksiyon neydi?

-Gerçekten çok güzel bir soru. Özellikle bir televizyon kanalında yayınlanan bir dizi sebebi ile mümtaz şahsiyetler karalanmak isteniliyor. Maalesef bizde basın mensuplarının önemli bir kısmı ve sanatçılar Anadolu’daki insanlarımızın hayatını değerlendirir ve müşahede ederken, İstanbul’a kıyaslama yaparak konuşma yapmaya çalışıyorlar. Hâlbuki Anadolu’daki hayat ciddi manada farklı. Fakat İstanbul’daki hayatı kıyaslarken ise o da çok üzücü, Avrupa’daki hayat tarzına ve sosyal hayat şekline bakarak ona göre değerlendirme yapıyorlar. O zaman çok ciddi bir hata içine düşmekteler. Buna bir örnek verelim. Ben Viyana’da meşhur Avusturya İmparatorluğu’nun sarayını gezdim. Eğer orayı benim gibi gezen var ise görmüşler ve müşahede etmişlerdir ki sarayın üstünde çıplak kadın heykelleri var. Bir yetkiliye sordum. Bunlar nedir? Aynen şu cevabı verdi. Bunlar bizim kralların beraber oldukları kadınların ve sevdiklerinin çıplak heykelleri, buraya dikmişler. Sarayın duvarlarına yerleştirmişlerdir. Şimdi bizde böyle anlayış ve zihniyetin olması mümkün değil. Maalesef Türkiye’de televizyon dizileri, ister sanatçılar ister romancılar ve ister basın mensupları Osmanlıyı değerlendirirken Batı’daki tarzlara bakarak değerlendirme yapıyorlar. Ben bir şey söylemek istiyorum. Kuran’a yemin ediyorum ki harem ile ilgili ne Batı’da ne Türkiye’de yayınlanan makale ve kitaplarda yer alan çıplak resimlerin hiçbiri doğru değil. Ve orijinal değil. Bunlar Batılı ressamların tamamen hayal ürünleridir.

Haremde kimler yer alıyordu? Harem sakinlerine ne tür eğitim veriliyordu?

-Hepimiz Topkapı Sarayı’nı biliyoruz. Topkapı Sarayı eğlence merkezi değil. Size çok kısa tanıtmak istiyorum. Topkapı Sarayı üçe ayrılıyor. Birincisi Birrun diye tabir edilen dış saray. Bu dış saraya önce bir kapıdan girilir. Burası Osmanlı Devleti’nin yeniçeri dediğimiz merkez ordusunun yeridir. Daha sonra ikinci kapı var. Orası iç avlu, yani burada bakanlar kurulu bulunuyor. Osmanlı Devleti’nin çok önemli devlet teşkilatları var. Sadrazam yani Başbakanlık orada. Darüssaade denilen bir de üçüncü kapı var. İşte o bölgeye biz Enderun diyoruz. Yani Cumhurbaşkanlığı Köşkü. Padişah ve müşavirleri orada yaşıyor. Harem dediğimiz ise bütün bunlardan ayrı ve Cumhurbaşkanlığı’nın konutu demektir. Yani müsaade edin de Osmanlı Devleti gibi 20 milyon kilometre kareye sahip bir devletin başkanı özel bir lojmanda otursun. Konutta otursun. Ona biz Harem diyoruz. Kelime manası yasak bölge demek. Harem’in en dış kısmı hadım edilmiş erkeklerin de girebileceği birinci kısım. Ve burada onların gece vakti yattıkları mekânlar var. Bu kısma sadece haremde çalışan erkek ve kadınlar giriyor. Daha sonra hemen bir kapı geliyor. Kapının üzerinde bir yazı var. O yazı bir Kuran ayeti. ‘Ey iman edenler buradan sonra izin istemeden ev sahibinin rızası olmadan girmeyiniz’ emri var. Bu kapıdan sonra içeriye girebilecek iki grup insan var. Birinci grup; padişah, çocukları, hanımları ve aile efradı. İkinci grup insan ise haremin içinde değişik yerlerde çalışabilen kadın hizmetçilerdir. Bu kapıdan girdikten sonrada harem ikiye ayrılıyor. Bunlardan birincisi padişah, hanımı ve aile efradının girdiği bölümler. Bir de bu cariyelerin yani hizmetçi cariyelerin girdiği ve kalabildiği mekânlar. Tanzimat dönemine yani 1839 yılına kadar hiçbir Batılı ve gayrimüslim bahsettiğimiz kısımlara tedavi gayesiyle bile girmemiştir. Girmediği bir şeyi tamamen kendi krallarının hayatlarını kıyaslayarak veya kendi toplumlarındaki gayri meşru hayatın tasvirini yaparak kalem oynatan insanlara nasıl inanabilirsiniz? Bunlara göre haremi nasıl değerlendirebilirsiniz? Cariyeler arasından padişahın hanımı olabilmek yahut yaşadıkları mekana ikbal, yahut gözde adıyla dâhil olabilmek için, özel bir eğitimden geçmeleri gerekiyordu ve bu manada Halil İnalcık Hocamızın da ifadesiyle, harem bir aile okuluydu.

Kanuni’nin kaç yılı at sırtında geçmiştir?

-Kanuni Sultan Süleyman 46 sene Osmanlı Devleti’ne padişahlık yapmış. Yaklaşık 15 ila 20 tane büyük sefere çıkmıştır. Her sefer bazen aylar, bazen 2 ila 3 sene aldığı bazen 4 ila 5 sene devam ettiği bir vakıa. Bunu tarihçiler anlatıyor. “Bilinmeyen Osmanlı” kitabında bunları biz de anlattık. Ömrünün yarısı cephede geçen bu padişahın “Muhibbi” adıyla önemli bir divan kaleme alacak kadar âlim olduğunu da ekleyelim. Hocalarımız alınmasın. Önemli bazı ilahiyatçılar bile Muhibbi mahlasıyla telif ettiği bu divanını anlamaktan acizdirler. Bunu neden söylüyorum. Kimseyi itham etmek için değil. Yani onun ilmi seviyesini ve dindarlığını anlatmak istiyorum. Önemli bir nokta ise Şeyhülislam Ebussuud ile olan ilişkileri. Biliyorsunuz vakıflar ile ilgili bir meselede padişah bir ferman veriyor. Ama Ebussuud bunu şeriata aykırı buluyor ve onu yırtıyor. Daha sonra Kanuni ona bir mektup yazarak özür diliyor. Şimdi böyle bir Kanuni, vefat ederken de ‘Ben bu kanunları neşrettim. Tam üç bin sayfa. Acaba şeran bir mesuliyet var mı’ diye endişe edince, Ebussuud’dan aldığı başta “Maruzat” olmak üzere tüm fetvaları bir kutuya konup kabrine konulmasını ister. Şayet Cenab-ı Allah hesap sorar ise ‘Ben fetvasını aldım Yarabbi’ diyeceğini söylüyor. Böyle bir insanın gayri meşru bir hayat yaşaması mümkün mü? Fransız Müşteşşik Ortalon aynen şunu söylüyor: “Eğer Kanuni’nin eserlerini üst üste koyarsanız, onun cephelerde kazandığı zaferler en altta kalır. Onun üstünde başta Süleymaniye Camii olmak üzere, inşa ettiği medreseler camiiler köprüler ve yollar gelir. En üstte ise Ebussuud ile birlikte ortaya koyduğu kanunnameler yani hukuk abideleri gelir.” Yani bir Fransız’ın takdir ettiği bir insanı böylesine bir gayri meşru bir hayatta görmek doğrusu büyük bir haksızlıktır.

Hürrem Sultan’ın Müslümanlığı konusunda nasıl bilgiler mevcut? Dindar bir insan mıydı?

-İster Ukraynalı olsun, ister bir kısım tarihçilerin iddia ettiği gibi İtalyan olsun. Aslı ne olur ise olsun. Osmanlı Devleti’nin haremine alınan ve İslami bir manevi terbiyeden geçen çok kıymetli bir hanımefendi. Ben bu hanımefendinin birkaç tane “aşk mektubu” diye tabir edilen mektuplarını da yayımladım. Bir mektubunda şunu diyor: “Efendi Hoca Sadettin Efendi’nin eserini okuyorum. Bu gece birinci cildi bitirmek istiyorum. Bu gün teravih namazına gelemeyeceğim.” Ben şunu açıkça ifade edeyim ki bu eserin bir iki sayfasını bir iki saat içinde çözebilecek çok az ilahiyat profesörü var. Bunu üzülerek ifade ediyorum. Yani Hürrem Sultan da böylesine bir kültürlü hanımefendidir. Ancak onun da bir insan olduğunu ve hırslı bir kadın olması hasebiyle Sadrazam Rüstem Paşa ile birlikte oğlu Selim’in padişah olması için bazı siyasi oyunlara girdiğini de görmezlikten gelemeyiz.

Dizide ıskalanan, yanlış yansıtılan haremle alakalı ilginç kareler bulunuyor; bu konuda neler söylemek istersiniz?

-Son dönemde Türkiye, yörüngesine oturdu diyebilirim. Gençler doğru tarih ile yüz yüze geldi. Ve doğru tarih kitapları okunmaya başlandı. Çok kıymetli genç tarihçiler yetişti. Bunların eserleri de gençleri tarihimiz konusunda yönlendiriyor. Bizim “Bilinmeyen Osmanlı” kitabının 250 bin adet satması da reklam için konuşmuyorum, bir hakikati ifade etmek için söylüyorum; bunun bir göstergesidir. Yani millet doğru tarihini öğrenmek istiyor. Elbette ki Osmanlı tarihi gibi büyük bir tarih diliminde suiistimaller de vardır. Yanlışlıklar da vardır. Hatalar da vardır. Ama tamamını değil bir kısmını seyrettiğim kadarı ile bu dizide, sanatçıları suçlamak çok zor. Neden? Çünkü genellikle bir kısım sanatçılar, hepsini itham etmiyorum, Kadıköy’de evlenip Karaköy’de boşanan insanlar. Dolayısıyla kendisine teklif edilen o rolün iç gayesini bilmeden böyle bir şeyi kabul etmiş olabilir. Ama ben ana gayeleri itibari ile böyle bir projeye yatırım yapan insanlar arasında Avrupa da dâhil olmak üzere iyi niyet aramıyorum. Bu gibi dizler ve son zamanlarda Türk gençliğinin Osmanlıyı doğru öğrenmesine karşı başlatılan bir kafa karıştırma projesidir. Şöyle bir iddia ileri atıyorlar. Efendim bu bir dokümanteri yani bir belgesel değil. Belki bir dizidir. Hayır, kusura bakmayın. Eğer siz rastgele bir tarihi şahsiyet hakkında terbiyesizce, yani bir kısım sahneler ile film yapar iseniz ona karşı çıkarız biz. Nitekim biliyorsunuz Hollanda’da kendini bilmez bir insan Peygamberimiz S.A.V’ e hakaret eden bir film hazırladı. Fitne. Fitne filmi ile bu dizideki sahneler arasında çok ciddi bir fark olduğu kanaatinde değilim. Ben burada bir hususa daha dikkat çekeceğim. Çok önemli. Bir insan kendi özel odasında hanımı ile istediği gibi beraber olabilir. Ama İslamiyet’te kesin haram olan bir şey var; birden fazla hanım ile siz gayri meşru bir şekilde bir arada olamazsınız. Onun için haremin süt banyoları hikâyeleri de hamam sahneleri de harem sofrasındaki âlemler de tamamen yalana dayalı. Nitekim bu filmde görüyorsunuz bir takım sahnelerde padişah birkaç hanım ile çok affedersiniz gayri meşru bir aşk yaşıyor gibi gösterilmiş. Bu tamamen İslam’a hakarettir, ecdada hakarettir. Ve Osmanlı’ya da hakarettir. Zihinleri bozmak için müthiş bir kasıt vardır. Bu kastı filmi çevirenlerde aramıyorum. Çünkü onların bir kısmının hayatı böyle. İpin ucunda ve bu diziyi yönetenlerde ve yayınlayanlarda çok ciddi manada bir kasıt hissediyorum.

Padişah ile cariyeler arasında nasıl bir hukuk söz konuydu; padişahların istediği cariye ile halvet olduğu iddiaları ne derece doğru?

-Bu çok önemli bir soru. Osmanlı Padişahları Fatih Sultan Mehmet’ten sonra genellikle cariyeler ile evlenmişlerdir. Bunu biraz açmak gerekiyor. Olay şu, bir padişah veya siz isteseniz İslam’a göre İslam hukukuna göre bir cariye ile nikâh kıyabilirsiniz. Nikâh kıydığınız an o zaman sizin hanımız olur. Nikâh kıydığınız cariyelerin sayısı dördü geçemez. Bu önemli bir hukuki statü. Şayet bir çocuğu olur ise o cariyeyi hür hale getirmek mecburiyetindesiniz. Bir padişah herhangi bir cariye ile başkası ile evli olmamak şartı ile ve tamamen bekâr olmak şartı ile karıkoca hayatı yaşamayı tercih edebilir. Ama hangi şartla, biz ona “istifraş hakkı” diyoruz. Yani karı koca yaşama hakkı. Bu hakkı verdiği zaman yine padişah kendisini bağlıyor. Çocuğu doğduğu an otomatikman özgürlüğe doğru gidiyor. Hürriyetine adım atıyor. Ve başkası ile aile hayatı yaşayamıyor. Yani Kuran’ı Kerim’de müminler namuslarını korurlar. İki grup kadın hariç.1-Hanımlarına karşı, 2-Cariye olup da istifraş hakkına sahip olduklarına karşı. O zaman şunu söyleyeyim. Padişah haremde bahçede çalışan veya mutfakta çalışan çamaşırhanede çalışan veyahut da bir başka görevli hizmetçi statüsünde çalışan cariye ile istediği zaman karı koca hayatı yaşayamaz. Bunun sınırları ve kuralları vardır. Önemle ifade edeyim ki, haremdeki cariyeler iki kısımdır: Birincisi; padişahların bir nevi hanımları hükmünde ve karı koca hayatı yaşadıkları cariyelerdir. Bunlar ikballer ve gözdelerdir. İkinci ve asıl çoğunluğu teşkil edenler ise hizmetçi statüsündeki cariyelerdir. Eğer Topkapı Sarayı’ndaki belgeler bakarsanız bunların listesini bulabilirsiniz.

Harem, Kanuni’nin gündelik hayatının tahminen yüzde kaçını işgal ediyordur size göre?

-Kanuni 15 ila 20 büyük sefere çıkmıştır. 46 sene padişahlık yapmış. Dolayısıyla diyebilirim ki ömrünün üçte birinde bırakın hanımı ile harem denilen sultanın konutu ile içi içe olmak, orada hanımları ile beraber olmak bir yana, hiçbir şekilde İstanbul’da olması mümkün değil. Yani bir defa hayatın üçte biri gitti. Geriye kalan kısımda ise büyük tarihçiler ve şeyhülislamlar ile sohbet ettiğini, onlar ile müzakerelerde bulunduğunu, hatta son zamanlarda büyük zatlardan ders dinlediklerini, bunu tarih kitapları bize anlatıyor. Ancak padişah da bir insandır. Akşam da hanımı ile beraber olması gayet normaldir. Kaldı ki nikâhlı hanımları arasında adalete riayet etmesi de dini bir görevdir. Osmanlı padişahlarının eşlerine çok az zaman ayırdığını rahatlıkla söyleyebilirim.

BASRİ DOĞAN ROTTERDAM


1 yorum

akgündüz hoca mustafa

akgündüz hoca mustafa konusunda hürrem'i suçlar... kaynak gösterdiğiniz kişiler çoğu konuda sizinle tersler...

akgündüz bey osmanlı araştırma vakfı başkanı ve "bilinmeyen osmanlı kitabında şöyle yazar;

dedikodular üzerine, fesad şebekeleri, Şehzade Mustafa’nın İran Şah’ı Tahmasb ile gizlice ittifak yaptığına ve onun damadı olup babasını devireceğine Kanuni’yi ikna ettiler. Her ne kadar Kanuni, kendisine ilk olarak bu mevzu açıldığında; “Hâşâ Mustafa Hân’ım bu küstahlığa cür’et ede. Bazı müfsidler kendi arzularını mülk ve saltanat ona kaimasun deyü iftira ederler” diye sert cevap vermesine rağmen, sahte mektuplar ve benzeri desiselerle onun isyan edeceğine ve hıyanet ettiğine inandı. Hatta 3. İran Seferi için yaptığı hazırlığa, Şehzade Mustafa’nın Konya Ereğlisi yakınlarında 30.000 kişilik bir orduyla katılmasını, ona isyan için geliyor zannetti. Rüstem Paşa’nın tahrikleri kötü amacına ulaşmış ve maalesef Şeyhülislâm Ebüssuud Efendi‘den de devlete isyan ettiğinden dolayı idam fetvası kamufleli bir şekilde alınmıştı. Bu fetva bile usulüne uygun alınmamıştır. Böylece araya giren müfsidlerin tahriki ile, Osmanlı tarihinin en acı ve haksız bir idamı gerçekleştirilmiş ve 960/1553 yılının Şevval ayında Sultân Mustafa babası ile görüşmek üzere geldiği çadırda boğdurulmuştur.

10.01.2013 - Ziyaretçi