Hürrem | Konular | Kitaplar

Hz. Ömer'in Kudüs'ü Fethi

Yerküremiz üzerinde siyasi, dini, kültürel ve ekonomik olarak
hemen her devirde dünyama ağırlık merkezi olmuş coğrafyalar
vardır. Ancak hiçbir coğrafya dünyanın maddi ve manevi açıdan
merkezi olan Kudüs kadar ehemmiyet arz etmemiştir. Onun bu
hususiyeti tarih boyunca büyük istilaları üzerine çekmiş ve bu kutsal
şehrin insanlarını bütün Filistin ile birlikte büyük felaketiere
boğmuştur. Bu çerçevede, kutsal kitaplara, efsanelere ve tarihe mal
olan ilkçağlardan günümüze kadar gelen süreçteki bütün bu istila
hareketleri göz önüne alındığında, Müslümanların Kudüs'ü fethi daha
önceki ve daha sonraki istilaların tamamından farklı bir mahiyet arz
ettiği gibi bilhassa dini ve insani değerler açısından da büyük bir mana
ifade etmektedir.
Peygamberler şehri olan Kudüs, Yahudiler ve Hıristiyanlar için
olduğu kadar Müslümanlar için de kutsal bir şehir idi. İsrailoğullarının
tarihi ile adeta özdeşleşen Kudüs, Hıristiyanlar için Hz. İsa'nın kısa ve
çarmıha gerilmesi ile sonuçlanan hayatının hatıralarını barındırırken
Müslümanların ilk kıblesi ve Hz. Muhammed'in Miracının
gerçekleştiği yer olmuştur. Ayrıca Kur'an'da Mescid-i Aksa'nın
bulunduğu mahal ve çevresi mukaddes topraklar olarak zikredildiğe
gibi Kudüs'e dair hadislerin varlığı da bu şehri Müslümanların
nazarında Mekke ve M edin e' den sonra üçüncü önemli şehir yapacaktır.
Müslümanlar açı~mdan bütün bunlar aynı zamanda Kudüs'ün fethİi'-:in
dini şartlarını oluşturuyordu. Herhalde, hiçbir şehrin fethine doğrudan
iştirak etmeyen Hz. Ömer'in Kudüs'ün fethine ve teslim alınmasına
bizzat iştirak etmesini bu şehrin semavi dinler acısından taşıdığı role ve
bu süreci tamamlayan İslam dininin yaptığı vurguya dayandırmak
gerekir. Bütün bunların yanında, Kudüs ve dolayısı ile Filistin, Arap
yarımadasının dünyaya açılan kapılarının önünde bulunuyordu. Yani
Kudüs, Arap yarımadasından fışkıran Islam fütuhatının tabii
mecrasının üzerinde bulunuyordu ve ilkçağlardan beri Arabistan'daı-ı
gelen göç dalgaları ile adeta Arap etki alanı içerisinde idi.3 Yine de
Kudüs'ün Müslümanlar tarafından fethinin en tafsilatlı yorumu çok
daha sonraları Fezail-el Kuds adlı eserlerde çok eskilere giden bir
temel üzerine oturtulacaktır.
Hz. Muhammed döneminde Arap yarımadasını aşan Müslüman
orduları Hz. Ebubekir devrinin hemen başında Suriye'nin güney
sınırları ile Filistin'in doğu ve güney sınırlarında görünmeye başladılar.
Hıcretin 13. (634) yılında Filistin'in güneyinde Bizans ve yerli
Hıristiyan kuvvetleri ile Ecnadeyn denilen yerde yapılan savaşta
Müslümaı1lar galip gelmişlerdir. Bu zafer Filistin'in güneyini
Müslüraanların fethine yol açmıştır. Henüz Kudüs ü:;::erine bir
munasara yoktu, ancak Kudüs patriği Sophronios'un aynı yıl Noel
gecesindeki vaazında Müslümanların fütuhatına dikkat çekmesi
çanların kimin için çaldığın ı haber veriyordu. Ecnadeyn' de bozguna
uğrayan Bizans komutanı Artaban, Kudüs'e çekilmek zorunda kaldı.
Zira o, hem Remle'de, hem de Kudüs'te büyük bir kuvvet tutuyordu.
H. 15 (636) yılında İslam orduları Filistin'in kuzeyinde Yermuk denilen
yerde Bizans ordusunu ikinci kez yendiler. Böylece Kudüs kuzeyden
de tam bir kuşatma altına alındı. Artık bundan sonra Bizans ve onlara bağlı şehirler Müslümanlara karşı bir meydan muharebesini göze
alamaz oldular. Bunun sonucu olarak Filistin'deki şehirler bir bir
Müslümanlara teslim oldular.
Amr b. As, Kudüs'ün fethinden nce Filistin'de Gazze, Seba:,tiya,
Nablus, Lüdd, Yübna, Amvas, Beyt Cibrin, Yafa, Rafalı ,Kınnesrin
gibi şehirleri fethetmişti. 8 Kudüslüler de diğer Suriye şehirlerine
tanınan ahirnamenin kendilerine bizzat Hz. Ömer tarafından verilmesi
karşılığında teslim oldular. Ancak Kudüs'ün hangi tarihte ve hangi
komutan tarafından fethedildiğini net olarak ortaya koymak mümkün
olmamaktadır. Bazı kaynaklarda H. ıs. yılında , bazılarında H. ı6.
yılında
, bazılarında ise H. ı 7. yılında fethedilmiş olduğu
kaydedilmektedir. Bu rivayetlerin mukayesesİ Kudüs'ün muhtemelen
H. ı 6. yılın sonları ile H. ı 7. yılın başlarında alınmış olabileceğini
göstermektedir. Şehrin fethedilmesinde bütün kaynaklarda sabit olan
husus, Hz. Ömer'in Medine'den Cabiye'ye gelmesi ve Hıristiyanlar ile
bir alıidrrame imzalamasıdır. Ayrıca bu fetih hareketinde Ebu
Ubeyde'nin ön planda olduğu da görülmektedir. Hz. Ömer'in
Cabiye'den Kudüs'e yürümesi üzerine Aıiaban ve Bizanslılar Mısır'a
gitmek zorunda kaldılar.
Hz.Ömer, Hıristiyanlar ile ahidnameyi imzaladıktan sonra H. 638
yılında Kudüs'e girdi. Hz. Ömer'in Kudüs'e girişi bütün İslam
kaynaklarında zikredilir. Burada anlatılanlara göre halife, patrik
Sophronios'un refakatinde şehri dolaşmıştır. Patrik, Hz. Ömer'in
namaz kılmak için yer göstermesini istemesi üzerine, halifeyi Kutsal
Mezar Kilisesi'ne götürmüş ancak Hz. Ömer Müslümanların burayıdaha sonra Hıristiyanların ellerinden alabilecekleri endişesi ile
namazını avluda kılmıştır. Gerçekten de daha sonra burası
Müslümanların :badeti ıçın Ömer Camii adıyla bir camiye
çevrilmiştir. Ez. Ömer'ir Kudüs'e girişi, Harem-i Şerifin yerini tespiti
ve orayı temizlernesi konusunda da muhtelif rivayetler bulunmaktadır.
Kudüs'ün fethi ile ilgili farklı rivayetler şehrin teslimi noktasında da
karşımıza çıkmaktadır. Belazuri, alıidrrame için kısa ve genel bir
hüküm şeklinde şu bilgiyi vermektedir:
"İlya (Kudüs) halkı, diğer Şam şehirleri ile yapılan andiaşmalar
gibi cizye ile harac ödemek ve diğer şehirlerin halkına verilenZerin
aynısı karşılığında ondan eman vermesini ve sulh yapılmasını; ayrıca
andtaşmanın bizzat Ömer b. Hattab tarafindan imzalanmasını
istediler.
Cizye karşılığı can, mal, kilise ve ibadet emniyeti şeklindeki bu kısa
ve genel hüküm diğer Müslüman ve Hıristiyan kaynaklarca da
zikredilmektedir. Göze çarpan tek farklılık, Abu'l Farac'ın, "hiçbir
Yahudinin Kudüs'de ikdmet hakkı olmayacağı ... " şeklindeki
ifadesidir. İslam kaynaklarında ve Hıristiyan kaynaklarında kısa ve
genel hükümleri ile verilen bu audiaşma hakkındaki tek uzun antlaşma
metni ise, Taberi'de Seyf b. Ömer'in nakline dayanılarak verilmektedir.
Bu metne göre ahidnam şöyleydi:
"Rahman ve Rahim olan Allah 'ın adıyla! Allah 'ın kulu,
mü'minlerin emiri Ömer tarafindan lliya halkına verilen emandır:
Halife bu emanı, onların canları. malları, kilise/eri. haçları, hastaları,
sağlamları ve diğer dindnşları için vermiştir. Bunc göre:
1- Kiliselerde oturulmayacaktır: bu kiliseler ve müştemilatı ile
onların haçları ve malları yıkı/mayacak ve azaltılmayacaktır.
2- Dinlerinden dolayı rahatsız edilmeyecekler ve onlardan birisi
zarar görmeyecektir.
3- İliya 'da, onlarla birlikte, herhangi bir Yahudi oturmayacaktır.
4- İliya halkı, diğer şehirlerin halkı gibi cizye verecektir.
5- Onlar İliya 'dan Rumlar ile hırsızları çıkaracaklardır.
6- Bunlardan İliya )ll terkeden birisi, kendisi ve malından ta
gideceği yere kadar emin olacak; İliya 'da kalacaklar ise diğer halk
gibi cizye ödeyecektir.
7- Bizans larla b irlikte İliya 'yı terk etmek isteyen halkın da, c anları.
malları, kilise ve haçları korunacaktır; onlar istedikleri yere
ulaşıncaya kadar, bu koruma devam edecektir.
8- Yeryüzü halkından herhangi birisi İliya 'da oturmak isterse.
buranın halkı gibi cizye ödeyecektir; isteyen Rumlarla gider, isteyen
ailesinin yanına döner.
9- Bunlardan ancak hasat zamanı vergi alınır.
1 0- Bu metinde olanlara Allah 'zn ahdi, Resıtlü 'nün, halijelerin ve
müminlerin zimmeti vardır; ta ki üzerlerine düşen cizyeleri
ödesinler ".
Yahudilerin o turamayacakları şeklinde bir hüküm vardır. Be lazurl ve .
diğer İslam kaynakları böyle farklılığı olan ve mevcut olması halinde
zikri mutlaka gerekli bir maddeden bahsetmiyorlar. İmam Ebu Yusuf
da böyle bir şeyi zihetmemektedirY Ayrıca İskenderiye şehri için
verilen emanname'de "Yahudilerin şehirde kalmalarına müsamaha
edilecektir" şeklindeki ibare de bu konudaki genel düşünceyi
doğrulamaktadır. Yukarıdaki maddenin Hıristiyan kaynaklarında
zikrediliyor olması, Hıristiyan-Yahudi düşmanlığının bir tezahürü
olmalıdır. Cizye ödeyemeyen fakir ve dilencilik yapan bir Yahudiye
Beytü'l-mal'dan yardım yapılmasını isteyen bir halifenin Kudüs için
yaptığı andiaşma metnine onları şehirden çıkaracak bir hüküm koyması
pek mantıklı olmasa gerektir. Suriye ve Mısır'ı fetbeden Müslümanlar
bu bölgedeki insanların dinine ve iç işlerine karışmıyorlardı. Zaten bu
bölgelerin fethi sırasında Hıristiyan ve Yahudi halk, Ortodoks Bizans'a
karşı Müslüman hakimiyetini arzu ediyorlardı. Mısır'da Kıptilerin,
F ili st in' de S amaritanların ve Suriye' de Ortodoks o lmayan Hıristiyan
halkın bu bakışı fatihlerle yapılan ahidnamelere yansımış ve İslam
idaresi bu yerli unsurları zimmi statüsü çerçevesinde aynı şartlarda
himaye etmiştir. İslam hakimiyetiniri bu genel tablosu bize Seyf b.
Ömer' in rivayetinin sonradan bir takım eklemeleri ihtiva ettiğini ve
aynı zamanda o dönemin siyasi ve dini havasını yansıttığını
göstermektedir. Hatta öyle ki daha sonraki kaynaklarda Hz. Ömer' e
nisbet edilen eş-Şurutu 'l-Ömeriyye veya Ahidname-i Ömer adlı bölümterin ve belgelerin ortaya çıktığına şahit olmaktayız. Bu belge
veya ahid-nameler de sonradan düzenlenmiş olup Hz. ' Ömer devri
uygulamalarını aşan ve gayr-i müslimler aleyhine gelişmeleri
gösteıraektedir . Bu ahidniimelerin Hz. Ömer ile İslamiyet'in ilk
devirlerindeki uygulamalarına aykırılığına binaen bunların sonradan
tertip ve ilan edildiği rahatlıkla söylenebilir.
Sonuç olarak Kudüs tarih boyunca büyük istila ve katlİarniara sahne
olmuş ve bazen şehrin tamamının yakılıp yıkılınası ve insanlarının
tamamının sürgününe sahne olmuştur. Bazen de şehir tahrip
edildikten sonra ibret olması için Mabed'in sadece bir duvarı
bırakılmış
ya da Haçlıların yaptığı gibi şehirdeki bütün insanlar
katledilmiştir. Kudüs bütün bunları tarih boyunca fazlası ile
yaşamıştır. Üç semav! dini, ortak paydasında tutan Kudüs, İslam
hakimiyeti dışındaki dönemlerde bu konumunu koruyamamıştır.
Gerçekten İslam fethi, diğerlerine göre başka bir mahiyet arz ediyordu.
Kudüs ise buna ilk kez tanıklık ediyordu. Hz. Ömer' in, Kudüs'ün ileri
gelenleri ve ruhani lideri ile birlikte şehri gezmesi, namaz için papazın
teklifini yukarıda zikrettiğimiz sebepten dolayı kabul etmeyerek
kilisenin dışındaki bir avluda kılması ve zimmllere karşı genel tutumu
İslam hakimiyetinin nasıl bir veche alacağını daha başlangıçta
göstermekteydi. Şehirdeki bütün insanlara din, mezhep, çalışma ve
seyahat hürriyeti tanınıyar ve bugünkü manası ile insan temel hak ve
hürriyetlerinin genel çerçevesi çizilmiş oluyordu. Hz. Ömer'in
Kudüs'ün fethinde ortaya koyduğu bu anlayış 1187 yılında Selahaddin Eyyubi tarafından aynen tekrarlanacaktır. Oysa 1099 yılında Haçlılar
Kudüs'ü istila ederken Müslüman ve Yahudilerin hemen hemen
tamamını katletmişlerdi. İslam ve Hıristiyan kaynakları bu konuda
adeta birleşirler. 33 Haçlıların ortaya koyduğu bu anlayışı XX. yüzyılın
ikinci yarısından beri Kudüs ve Filistin halkı hala çekmeye devam
etmektedir.
Tarih boyunca Kudüs'e hangi toplum hakim olursa olsun şehrin adı
barış ve kutsal sıfatı ile birlikte ifade edilmiştir. 34 Oysa Kudüs ancak
Hz. Ömer'in gerçek fetihi ile tarihinde pek de alışık olmadığı bir barış
sürecine girecektir. Bu barışın ruhuna uygun idare anlayışı Eyyubiler,
Memluklar ve özellikle Osmanlılar döneminde devam edecektir.
Uluslararası siyasal ağırlık merkezi olma konumu ile Kudüs bugün de
dünyanın gündemindedir. Her gün kan kaybeden bu bölgenin barışı
için uluslararası platformlarda Osmanlı modelinin konuşulması
oldukça dikkat çekicidir. Gerçekten kalıcı bir barış için bu gün bu
şartlarda Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin birlikte yaşayacakları ve
bu birlikteliği sağlayacak bir idare anlayışı dışında bir çözüm bulmak
mümkün olmadığı gibi bunun dışında bir arayış şehrin siyasi, dini,
coğrafi ve demografik arka planına da uymayacaktır..

Harran Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, yıl: 2001, sayı: II, s. 47-58
Muammer Gül

Konular