Hürrem | Konular | Kitaplar

Patrona Halil Meselesi

Bir de Lale Devri’ni kapayan Patrona Halil isyanı var. Bu isyanın temeli ne? İktisat tarihçilerinin altın devir diye niteledikleri bu dönemdeki isyan ekonomik temelli mi yoksa siyasî bir takım tesirler mi var? Tabii burada konuşmadan geçemeyeceğimiz bir asî portresi var. Saraya giren, teklif edilen para ve makam tekliflerini reddeden, padişaha bağlı isyancı Patrona Halil.
Patrona Halil İsyanının ekonomik temeli de var, siyasi temeli de. Ama unutmayalım ki, 18. yüzyıl, Osmanlı sistemine bir çok ilki sokmuştur ve bu ilklerden biri de, toplumsal örgütlerin siyasî rejimi bile tartışmaya başlamasıdır. Nitekim 1703’de II. Mustafa tahttan indirilirken, az kalsın hanedan bile değişebiliyordu (Kırım hanlarından birini tahta çıkarmayı düşünen devlet adamları bile olmuştu). Hatta Çalık Ahmed Ağa’ya bakılırsa, cumhuriyetle bile idare edilebilmeliydi Osmanlı memleketleri. (Nitekim Raguza Cumhuriyeti, Osmanlı monarşisi bünyesinde yüzyıllarca yaşamamış mıydı?) Patrona Halil, Çalık Ahmed kadar ‘demokratik’ düşünceli birisi değildi belki ama onun da iktidarı kan dökmek amacıyla değil, bir tür ‘Köroğlu ideolojisi’yle yönetmeye kalktığını kaydediyor tarihlerimiz. Halktan birisi, Patrona Halil, bir padişahı (III. Ahmed) tahttan indiriyor, öbürünü (I. Mahmud) tahta çıkartıyor, çıplak ayaklarıyla divan-ı hümayun toplantılarına başkanlık ediyordu pekala. Ve daha da ilginç olan husus, Osmanlı toplumu ve idaresi, bütün bunları öfke duysa bile onu ‘anlaşılır’ buluyordu. Burası son derece önemlidir. Demek ki, Patrona Halil ve arkadaşları, aslında Şerif Mardin’in deyişiyle söylersek, kötülere karşı iyilerin safında ortaya çıkmış ve toplumun nazarında derin bir meşruiyet temeli edinmişlerdi. Patrona Halil de kendisine bu kadar güvenen iyilerin beklentilerini boşa çıkarmayacak ve teklif edilen göz kamaştırıcı mevki ve paraları elinin tersiyle itecektir.
Velhasıl, Patrona Halil’e sosyal meşruiyet çizgisinin bir mahsulü gibi bakmak dururken, onu eşkıya sürüsünün başı gibi anlatmak, önümüzdeki bu zengin ve renkli malzemeyi gözden kaybetmek demektir; bu yüzden de genellikle düşünmeyen bir tarih öğretildiği için, daha doğrusu, tarih bir düşünme konusu haline getirilmediği için Osmanlı tarihine yeni bir gözle bakmamıza imkan tanıyan bu adamı ve sırtladığı olayı yeterince aydınlatamamışızdır. O bir şey kaybetmiş değildir kuşkusuz. Kaybeden ve kendi darlığımızın içine bir kere daha katlanan ve gömülen, biziz.