Hürrem | Konular | Kitaplar

Oniki Ada Sorunu

Oniki Ada Adının Kaynağı
"Oniki Ada" ismi, Yunanca'dan tercüme edilmiş ve Batı dillerine de Yunanca'dan geçmiştir. Kelime, Yunanca "dodeca/oniki" ve "nesos/adalar" kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur ve "Dodecanesos" şeklinde söylenmektedir. Batı dillerinde de aynı şekilde adlandırılmakta ve "Dodecannese" denilmektedir.
Osmanlılarda ise; önceleri "Ege Adaları" denilmiş, sonra ise "Cezair-i Bahr-i Sefid (Akdeniz Adaları)" ve "Cezair-i isna aşer" denilmiştir. Daha sonra yönetim vilayeti olan Akdeniz Adaları, Sisam ve Sakız adası gibi Oniki Ada'nın dışında kalan adaları da içine almaktaydı.
Oniki Ada kelimesi, sadece on iki adet adayı hatırlatmasına rağmen; bu ad, güney Ege'de ada görünümündeki çok sayıda adalar grubunu işaret etmekte ve güney Ege kıyılarındaki irili ufaklı 20'den fazla adayı ifade etmektedir. Bunlara "Güney Sporat adaları", "Güney Sporatlar" denilmektedir. Ayrıca her adanın ismi vardır. Adaların isimlerinin çoğu Yunanca'dır.
Türkler bu adların bazılarını Türkçe'nin hançeresine uydurmuş, bazılarına ise Türkçe isimler vermişlerdir. Rodos ismi olduğu gibi kalmış; Kasos, Kaşot olmuş; Karpethos, Kerpe; Aliminya, Limoniye; Simi, Sömbeki; Tilos, İlyaki; Nisiros, İncirli; Mandraki, Yalı; Kos, İstanköy; Astropalya, Koçbaba; Kalimnos, Kilimli; Kharki, Herke olmuş; Patmos, Meis, Chalke, Lipos, Leros ise olduğu gibi söylenmiştir.
İngiltere'de yayımlanan Britannica Ansiklopedisi'nde şu ifade yer almaktadır:
"Oniki Ada ismi, Türklerin bu adaların idaresinde uygulamış oldukları özel bir sistemden gelmektedir."
Osmanlılar, adaların yönetiminde "12 üyeli mahalli meclis" sistemini uygulamışlardır. Dolayısıyla, "Oniki Ada" isminin bu sistemle ilgili olarak ortaya çıktığını söylemek, yanlış olmayacaktır.
Yunanca'daki (Dodecanesos) ifadesi, zamanla Batı dillerine geçmiş, yerleşmiş ve oradan da Türkçe'ye çevrilerek bizde de "Oniki Ada" olarak kullanılmaya başlanmıştır.
"Oniki Ada" denilen adalar grubunda, isminin çağrıştırdığı gibi 12 adet ada yoktur. Sadece büyük olanları sayarsanız 14 ada, büyüklü küçüklü hepsini sayarsanız 20'den fazla ada ve adacık vardır. Buradaki 12 sayısı adaların sayısı değil, "12 üyeli meclisle yönetilen adalar, 12'li adalar" anlamında olmalıdır.
Avrupa kaynaklarında ise, söz konusu adalar grubu için "Güney Sporatlar Adaları" veya "Güney Sporatlar" ifadeleri kullanılmıştır.
Ada sayısı da 12'yi çok geçtiğinden "Oniki Ada" (Dodecanesos) isminin bilimsel bir değer taşımadığı ortadadır.
"Oniki Ada" tabiri, Yunanlılar tarafından, Balkan Savaşı öncesinde, adaların İtalyanlar tarafından işgalinden sonra kullanılmıştır. 1975 yılında İstanbul'da basılan "Lozan-II" adlı kitabın 376. sayfasında, "Oniki Ada" isminin bu adalara 730 yılında Bizans idarecileri tarafından konulduğu belirtilmektedir. Ancak bu pek kabul edilebilir değildir. Çünkü, "Oniki Ada" ifadesi, 1800'lü yıllardan sonraki yazılı metin ve anlaşmalarda görülmeye başlanmıştır.
"Oniki Ada" kelimesinin bilimsel bir değer taşımadığını belirten Prof. Dr. Talip Yücel ise, Ege denizinin güneyinde yer alan bu adaları, Büyük Menderes ile Fethiye'nin doğusunda bulunan Kocaçay ve Denizli'nin Tavas ilçesi arasındaki sahayı kaplayan Menteşe bölgesinin bir devamı olarak görmüş ve konuyla ilgili kitabına "Menteşe adaları" adını vermiştir. Bu durumda Meis adası kelimenin kapsamı dışında kalmaktadır. Prof. Dr. Talip Yücel, bu noksanlığı gidermek için, ifadeyi, "Menteşe adaları ve Meis" şeklinde kullanmaktadır. Yücel'in kullanımı, hem pratik pratik değildir; hem de çağrışımı zayıftır. Ayrıca Meis adası, Menteşe bölgesi yerine Karamanoğulları'na ait bir bölgenin devamıdır.
"Oniki Ada" ismi, gerek Türkçe söylenişi, gerekse "Dodecannese" olarak Batı dillerinde kullanılması dolayısıyla, sözü edilen adaları çağrıştırmaktadır. Dolayısıyla, adaları ifade ederken "Oniki Ada" kelimesinin kullanılmasında bir sakınca yoktur. [1]



Adalar Sorununun Kaynağı
Atina'nın 20 km. güneybatısında bulunan Salamis koyunda üstlenen Amfibi Tahrip Birliği Komutanı Yarbay Karallakis Ege'deki adalar konusunda "her ada bir kayalık, her ada bir kaledir" diyor. Bu görüş aslında Yunanistan'ın Ege adaları ve bu arada da Oniki Ada ile de ilgili görüşlerinin bir özeti gibidir. Mademki "her ada bir "kale"dir, o halde "tahkim edilmelidir" düşüncesiyle hareket eden Yunanlılar, adalarla ilgili olarak sürekli yeni problemler ortaya çıkarmaktadır.
Ege denizindeki adalar, özellikle de Oniki Ada, Yunanistan Silahlı Kuvvetleri için gerçek birer sorun kaynağıdır. Ancak, adalar sadece Yunan Silahlı Kuvvetleri için değil, Türk-Yunan ilişkileri için de birer sorun kaynağı olmaktadır.
Türkiye'nin tüm Ege kıyıları, Türk-Yunan kara sınırının bittiği noktadan, Akdeniz kıyılarının başladığı noktaya kadar, stratejik açıdan son derece önemli Yunan adalarıyla çevrelenmiş durumdadır.
Söz konusu durumun iki ülke arasında yarattığı sorunlar şu başlıklar altında toplanabilir:

- Doğu Ege adalarını silahlandırılması,
- 6 millik kara suları ve hava sahası (fır hatta),
- Görüşmeler yoluyla ve adil bir şekilde sınırlandırılması gereken bir kıta sahanlığı.

Yunanistan'la mevcut sorunların temelinde; bu ülkenin, Türkiye'nin Ege'nin tüm doğu sahilini oluşturduğu gerçeğini görmezlikten gelerek emrivakiler yaparak ve aşındırma siyaseti uygulayarak statükoyu değiştirmek istemesi yatmaktadır. Yunanistan, bir yandan bu yöndeki politikasını sürdürürken, öte yandan da Türkiye'yi "mütecaviz emelli" olarak nitelemektedir.
1923 yılında imzalanan Lozan ve 1947'de imzalanan Paris antlaşmaları gereğince; Yunanistan'ın Limni, Semadirek, Doğu Ege adaları (Midilli, Sakız, Sisam, İkarya) ile Oniki Ada'da (Stompalya, Rodos, Kalki, Skarpanto, Kasos, Piskopis, Nisiros, Kalimnos, Leros, Patmos, Lipsos, Sömbeki, İstanköy ve bunlarla bağlantısı olan adalar ile Meis adası) sadece kolluk kuvvetleri bulunduracağı, silahlı kuvvet bulunduramayacağı ve yığınak yapamayacağı kurala bağlanmıştır. 1936 yılında imzalanan Montrö Sözleşmesi ise, Türk boğazlarının statüsü dışında herhangi bir değişiklik getirmemiştir. [2]
Lozan Barış Antlaşması'nın yürürlüğe girmesi ertesinde, Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Adaları konusunda yaşanan tartışmaları iki ana başlık altında ele almak mümkündür. Bunlardan ilki, Kardak Kayalıkları uyuşmazlığı ile su üstüne çıkan ama gerçekte çok daha önemli yönleri bulunan sahipsiz ada, adacık ve kayalıklar meselesidir. Bir diğer ise, askersizleştirilmiş statü altına konulan adaların bu statüsüne yönelik olarak yaşanan sorundur.
26 Aralık 1995'te Kardak kayalıkları civarında karaya oturan bir Türk gemisiyle başlayan ada, adacık ve kayalıklar uyuşmazlığı kısa sürede iki ülkeyi savaşın eşiğine kadar getirmiş ve bu olumsuz gelişmeler ABD Başkanı'nın arabuluculuğu sonucu silahlı bir çatışmaya dönüşmeksizin sona erdirilmiştir. Bu olay ertesinde taraflar karşılıklı olarak birtakım hukuksal argümanlar geliştirerek hem özelde bu kayalıklar (Kardak), hem de daha genel olarak bölgedeki tüm ada, adacık ve kayalıklar konusunda egemenlik iddiasında bulunmuşlardır.
Türkiye'ye göre Yunanistan Ege Denizi'nde hukuken sadece ismen sayılarak kendisine bırakılan ya da uluslararası antlaşmalar veya metinlerle açıkça belirtilen adalara sahiptir. Çünkü, Lozan Barış Antlaşması'nın yukarıda aktarılan 12. Maddesi'nde belirtilen 1914 Büyük Devletler karan, Yunanistan'a verilecek adalar konusunda iki koşul ortaya koymaktadır. Bunlardan ilkine göre, Yunanistan'ın bu bölgede elde edeceği adalar, sadece bu tarihe kadar işgal etmiş olduğu adalardır. İkincisi ise, bahse konu adaların askersizleştirileceği yönündedir. Büyük Devletlerin Osmanlı devletine bu konuda göndermiş oldukları bildirimde "bütün adalar" ifadesi yer almamıştır. Bu tür bir ifade Yunanistan'a yapılan bildirimde yer alıyor olmasına rağmen, bu ifade Osmanlı devletini (Türkiye'yi) bağlamayacaktır. [3] Sonuç olarak Ege'de statüsü belirsiz adalardan oluşan gri bir bölge bulunmaktadır. Yunanistan'a göre ise Lozan Barış Antlaşması'nın 12. Maddesi, herhangi bir adanın statüsünü belirsiz bırakmamaktadır. Bu maddeye göre ayrım gözetmeden Türkiye ve İtalya'ya bırakılanlar dışında kalan tüm doğu Akdeniz adalarını Yunanistan'a vermektedir. Ayrıca, Yunanistan’ın durumunun aksine, Türkiye ve İtalya’nın Ege Denizi adaları üzerinde egemenlik hakları sınırlandırıcı şekilde belirlenmiştir. Buna göre; 12 madde hükmünden çıkan sonuç, Türkiye’nin İmroz, Bozcaada ve Tavşan Adalarıyla, Lozan’da aykırı hükme konu olmayan Asya kıyılarına 3 milden daha az mesafeye yerleşmiş tüm adalara sahip olduğudur. Türkiye bunlar dışında adaya sahip olamaz, çünkü Lozan Barış Antlaşması’nın 16. maddesiyle kendisine egemenlik hakkı tanınan adalara ilişkin bütün haklarından vazgeçmiştir. [4]
Doğu Ege Adalarının askerden arındırılmış hukuki statüleri konusunda da Lozan Barış Antlaşması ertesinde Türkiye ve Yunanistan arasında birtakım tartışmalar yaşanmıştır. Lozan Barış Antlaşmasının 12. maddesiyle düzenlenen Kuzeydoğu Ege Adalarının aynı antlaşmanın 13. maddesinde tanımlanan askersizleştirme hükümleri bulunmaktadır. Bu adalar bakımından kısmi bir askerden arındırma ile her tür askeri tahkimatın yasaklanması bahis konusudur. Fakat 13. madde de isimleri açıkça sayılan adalara ek olarak 1912-1913’te Yunan işgali altında bulunan diğer Ege Adaları da aynı statü altına konulmuştur. Zira, 13. madde, 13 Şubat 1914 tarihinde yunan hükümetine bildirilen ve Yunan işgali altındaki tüm adalara ilişkin askerisizleştirme ilkesini içeren Büyük Devletler kararını da teyit etmektedir. Oysa Yunanistan, sadece 12. maddede isimleri açıkça sayılan adaların bu tür bir statü altında olduğunu düşünmektedir. [5]
Boğaz-önü adalarını oluşturan Limni ve Semadirek adaları, hem Lozan Barış Antlaşması'nın 12. Maddesi hem de 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin 4 ve 6. Maddeleri çerçevesinde tam anlamıyla bir askersizleştirilmiş ve silahsızlandırılmış statü altına konulmuşlardır. Banş Antlaşması'nın 12. Maddesi, "Doğu Akdeniz adaları ve özellikle Limni ve Semadirek..." ifadelerini içerdiğinden bu maddenin kapsamına girmektedir. Öte yandan Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin 4. Maddesi, Ege Denizi'nde Semadirek, Limni, İmroz, Bozcaada ve Tavşan Adalarının askerlikten arındırılacağını hükme bağlamıştır. Aynı Sözleşme'nin 6. Maddesi'nde askerlikten arındırılma konusu detaylı şekilde düzenlenmiştir. Buna göre Limni ve Semadirek'te, kara, hava ya da deniz askeri üssü veya tahkimat yasaklanmıştır. İzin verilen tek askeri amaçlı tesis, haberleşme ve gözetleme tesisleridir. 227 Yunanistan, Barş Antlaşması'nın 12. maddesinde kullanılan terimlerin sadece adaların aidiyetini ilgilendirdiği ve bu hükümle adaların hukuksal statüsünün düzenlenmediği görüşünü taşımaktadır. Oysa Türk tarafı, 12. maddenin hem adaların aidiyetini hem de bu aidiyetin koşullarını ve sınırlarını saptandığını düşünmektedir. Türk tarafına göre, maddede kullanılan "egemenlik" terimi, sadece adaların aidiyeti anlamında kullanılmamaktadır ve bu durum Lozan Konferansı sırasında yapılan tartışmaların tutanakları tarafından da desteklenmektedir
Daha önce, Lozan Barış Antlaşması'nın 15. maddesiyle İtalya'ya bırakılan Güneydoğu Ege adalarının (12 Adaların), 1947 yılında yapılan Paris Barış Antlaşmasıyla (Md. 4) askerden arındırılmış statü altına konulduğunu açıklamıştık. Bu askerden arındırmanın kapsamı, Paris Antlaşması'nın XIII. Ekinin D maddesinde detaylı şekilde düzenlenmiştir. Bu adalar da. Boğaz-önü adaları gibi tam bir askerden arındırılmış statü altına konulmuşlardır. Bu noktada da Yunanistan ile Türkiye arasında tam bir görüş birliği bulunduğu söylenemez. Yunanistan, askerden arındırılması gereken toprak parçalarının sadece ismi açıkça sayılan 14 ada olduğunu, ama bu statünün bu adalara bitişik adacıklar bakımından geçerli olmadığını iddia etmektedir. Buna göre, Paris Antlaşması'nın 14. maddesinde "bunlarla bitişik adacıklar" ifadesi kullanılmasına rağmen, ikinci fıkrada bu ifade atlanmıştır. İkinci fıkra sadece adaların bu statü altına konulacağını yazmaktadır. [6]
Lozan ve Paris Antlaşmaları ertesinde Yunanistan, statüleri özetlenen bu adaların bir bölümünün askersizleştirilmiş statülerinde birtakım değişiklikler ortaya çıktığını ileri sürmüştür. Aşağıda özetle bu iddialar ve Türkiye tarafından geliştirilen karşı argümanlar aktarılacaktır.
Yunanistan, uluslararası hukukta yerleşmiş rebus sic stantibus ilkesinden hareketle, Lozan Konferansı'ndan 1945'e gelene dek ortaya çıkan birtakım gelişmelerin adaların askerden arındırılmış statülerini gereksiz hale soktuğunu; BM'nin kuruluşu ertesinde NATO Antlaşması'na Türkiye ve Yunanistan'ın birlikte üye olmasının, hem Lozan Barış Antlaşması hem de 1947 Paris Antlaşması çerçevesinde ortaya çıkan askerden arındırmaya dair hükümleri ortadan kaldırdığını düşünmektedir. Buna göre, 1930'lu yıllarda Türkiye ve Yunanistan'ın birlikte taraf oldukları birtakım antlaşmalar da bu fikri ve koşullardaki değişimi doğrulamaktadır. Üstelik Türkiye de 1936'da Montreux Sözleşmesi'ne giden süreçte aynı koşul değişikliklerine başvurmuştur. Son olarak, NATO çerçevesinde oluşturulan ortak güvenlik sistemi, bu ittifaka üye ülkeler arasındaki askerden arındırmaya ilişkin hükümleri anlamsızlaştırmıştır. Bu iddia karşısında Türkiye, sözü edilen değişikliklerin uluslararası hukukun rebus sic stantibns ilkesi bakımından aranan "köklü ve esaslı değişiklikler" kriterine uymadığını; Türk Boğazlarının askerden arındırılmış statülerinin, sözü edilen adaların durumundan nitelik itibariyle farklı olduğunu; yöntem itibariyle bu ilke çerçevesinde bir antlaşmanın sona ermesi için iddia sahibi devletin diğer devletleri bundan haberdar etmesinin ve uluslararası yargı ya da hakemlik yolunun gerekli olduğunu; rebus sic stantibus ilkesinin sınır antlaşmaları ve genel olarak ülkesel statü bakımından başvurulamayacak bir ilke olduğunu; NATO Antlaşması'nın 8. Maddesi'nin, örgüte üye devletler arasındaki uluslararası taahhütlerin devamını öngördüğünü hatırlatarak savunma yapmaktadır.
Yunanistan'a göre Limni ve Semadirek Adalarının askersizleştirilmelerine ilişkin hukuksal durum sona ermiştir. Buna göre, Montreux Boğazlar Sözleşmesi 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi'ni tümüyle ortadan kaldırmıştır; Montreux Sözleşmesi Limni ve Semadirek Adalarının askerden arındırılmalarına dair bir hüküm içermemektedir; bu adalar Boğazlar sisteminin bir parçasını oluşturduğundan ve Boğazlara dair askerden arındırma hükümleri ortadan kalktığından, tüm bu bölge askersizleştirilmiş olmaktadır; Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Araş, TBMM'nde 31 Temmuz 1936 tarihinde yapmış olduğu bir konuşmada bu iki adanın askersizleştirilmesine dair hükümlerin ortadan kalktığını söylemiştir ve bu açıklama Türkiye'nin resmî yorumu olarak görülmelidir. Bu iddialar karşısında Türkiye, Montreux Sözleşmesi'nin Lozan Boğazlar Sözleşmesi'ni ortadan kaldırmadığını ve tutanakların bunu doğruladığını ileri sürmektedir. Öte yandan, Montreux Sözleşmesi'yle hedeflenenin Boğazlardan geçiş rejimini düzenlemek ve Türkiye'nin güvenliğini sağlamak olduğunu vurgulayan Türkiye, Boğaz-önü adalarının hukuksal statüsünün bu amacın dışında kaldığına dikkat çekmektedir. Buna göre tutanaklar, Montreux'nün Yunanistan'ın güvenliği ile Limni ve Semadirek Adalarının askerleştirilmesi amacına yönelik olarak yapılmadığını doğrulamaktadır. Türk tarafı ayrıca, uluslararası hukukta tarafları ve konusu aynı olan iki antlaşmanın çatışması durumunda, eğer açıkça sona erdirilmemişse, birinci antlaşmanın ikinciye aykırı düşmeyen hükümlerinin yürürlükte kalacağını hatırlatarak, Lozan Boğazlar Sözleşmesi hükümlerinin bu bağlamda düşünülmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Dışişleri Bakanının sözlerinin kesin bir yorum olarak alınmaması gerektiğini düşünen Türk tarafı, bunun resmi yorum olarak kabulü halinde bile, bu yorumun Sözleşme'nin tüm öteki taraflarca kabul edildiğini gösteren bir veri bulunmadığına dikkat çekmektedir. Türk tarafı bunlara ek olarak, Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin tamamen ortadan kalktığı kabul edilse dahi, Lozan Barış Antlaşması'nın 12. Maddesi'nin Limni ve Semadirek Adalarının askerden arındırılmış statülerinin devamı için yeterli olduğunu da vurgulamaktadır.
Yunanistan 12 Adaların askersizleştirmeye dair statüsünün de sona erdiğini ileri sürmektedir. Buradaki temel dayanak. İtalya'nın 1951 yılında 1947 Paris Barış Antlaşması taraflarına bir nota göndererek, önceden kabul ettiği askerden arındırma hükümlerinin, koşullarda köklü değişiklik nedeniyle, gereksiz olduğunu bildirmesi ve bu devletlerden çoğunun buna olumlu yanıt vermesidir. Yunanistan bununla, İtalya'dan kendisine geçen 12 Adaların statüsü arasında bir benzerlik kurmak istemektedir. Bunlara ek olarak. Paris Antlaşması'nın 14. Maddesi yürürlükte olsa dahi, Yunanistan'ın bu madde nedeniyle Türkiye'ye değil İtalya'ya karşı yükümlülük altında bulunduğunu ve bu türden bir ihlali üçüncü devlet statüsünde bulunan Türkiye'nin ileri süremeyeceğini belirtmektedir. Türk tarafı, 12 Adanın Yunanistan'a bırakılırken askerden arındırılmasının asıl nedeninin Türkiye'nin güvenliği olduğunu ve bu nedenle İtalya'nın sözü edilen durumuyla bir benzerlik taşımadığını vurgulamaktadır. Buna ek olarak, 12 Adaların hukuksal durumunun erga omnes etkiye sahip bir tür objektif rejim yaratmış olduğu; bu nedenle Türkiye'nin bir Yunan ihlalini gündeme getirme hakkı bulunduğu; üstelik Lozan Barış Antlaşması'nın 16. Maddesi uyarınca Türkiye'nin "ilgili" devlet statüsüne sahip olduğu da dile getirilmektedir. [7]
Sonuç olarak Onikiada ‘ya İlişkin İddialar ve Eleştiriler şu şekilde özetlenebilir:

* İtalya 1950’lerde kendi ülkesini silahlandırmıştır. Yunanistan da Onikiada’yı silahlandırabilir.

Bu konudaki Türk görüşü şöyledir:
İtalya ülkesinin askerden arındırılmasının nedeni, bu eski düşman devleti cezalandırmaktır. Oysa, Onikiada’nın silahsızlandırılmasının nedeni Türkiye’nin güvenliğini sağlamaktır.

* Türkiye 1947 PBA’ya taraf değildir. Bir antlaşma üçüncü devlet (imzalamamış devlet) için hak ve yükümlülük doğurmaz.

Türkiye bu konuda, bu genel nitelikli ilkenin iki istisnası olduğunu söyleyerek itiraz etmektedir.
Birinci istisna, “objektif statü” durumudur. Uluslararası bir su yolu üzerinde olduğundan, Onikiada’nın statüsü birçok yazar tarafından objektif statü sayılmakta, yani imzacı olmayan devletleri de bağlamaktadır.
İkinci istisna, bir antlaşmada kabul edilen hak ve yükümlülükler sonucu bir üçüncü devletin başka bir antlaşmayla bağlanması durumudur. LBA’nın 16. maddesi şöyle demektedir:

"Türkiye, işbu Antlaşmada belirtilen sınırlar dışında bulunan topraklar üzerindeki ya da bu topraklara ilişkin olarak, her türlü haklarıyla sıfatlarından ve egemenliği işbu Antlaşmada tanınmış adalardan başka bütün öteki adalar üzerindeki her türlü haklarından ve sıfatlarından vazgeçmiş olduğunu bildirir; bu toprakların ve adaların geleceği, ilgililerce düzenlenmiştir ya da düzenlenecektir."

İşbu maddenin hükümleri, Türkiye ile sınırdaş olan ülkeler arasında komşuluk durumları yüzünden kararlaştırılmış ya da kararlaştırılacak olan özel hükümlere halel vermez.”
Böylece bu madde, Onikiada dahil Türkiye’nin öteki devletlere terk ettiği adaların geleceğinin düzenlenmesini “ilgililer”e bıraktığı hükmünü getirerek, yapılacak düzenleme hükümlerinin Türkiye’yi de ilgilendirdiğini önceden kabul etmiştir. Nitekim bu 16. madde 1947 Paris Barış Konferansında konferans belgesi olarak dağıtılmıştır.
Bu iki istisna nedeniyle de, Türkiye’nin Onikiada’nın silahtan arındırılmış statüsüne saygı gösterilmesini isteme hakkı bulunmaktadır.
Yunanistan Meşru Savunma Hakkını Kullanmaktadır.
Yunanistan’ın, adaları silahlandırmada kendini haklı göstermek için kullandığı temel argümanların ikincisi budur.
Buna göre, Türkiye bu adaları tehdit etmektedir. Bu tehdit özellikle 4.Ordu’nun kurulmasıyla birlikte iyice somutlaşmış, dolayısıyla BM tarafından tanınmış meşru savunma hakkı ortaya çıkmıştır.

Türkiye’nin bu konudaki görüşü şöyledir:
Bir kere, meşru savunmanın BM Antlaşmasında belirtilen iki koşulu yerine getirilmemiştir. Yani, adalara silahlı bir saldırı olmamıştır ve yalnızca “tehdit” bu hakkın kullanılması için yetmemektedir. İkincisi, saldırı olmuş olsaydı bile bu “hak” sürekli olarak kullanılamaz; Güvenlik Konseyinin olaydan bilgi sahibi kılınmasının ardından sonra sona erer. [8]

*****
Kaynakça
[1] Cemalettin Taşkıran, Oniki Ada'nın Dünü ve Bugünü, ATASE Yayını, Ankara 1996, s. 3-4.
[2] http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/ege_adalari/cografi_adalar.html
[3] Hüseyin Pazarcı. "Ege Denizindeki Bazı Adacık ve Kayalıkların Statüsü Hakkında Türk Yunan
Uyuşmazlığı, (Mösyö Ekonotnides'e Bir Cevap). Çev. Mahmut Göçer. Kocaeli Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi. Sayı: 2. 1998-1999. s. 05-636.
[4] Constantin P. Econonıides, "Tartışma: Türkiye ile Yunanistan Arasındaki İhtilaflı Adalar Denizi’ndeki Imia Adaları: Kuvvetle Yaratılan Bir Uyuşmazlık," çev. Mahmut Göçer, Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi. Sayı: 2, 1998-1999, s. 606-608.
[5] Hüseyin Pazarcı, Doğu Ege Adalarının Askerden Arındırılmış Statüsü, Ankara. 1992, s. 9-10.
[6] Çağrı Erhan (Editör), Yaşayan Lozan, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları No: 2990, Ankara, 2003, s.187,188.
[7] Erhan , a.g.e.,s.189,191.