Hürrem | Konular | Kitaplar

Kanuni ve torunları

Bir dizi film kuyuya taş attı, yüz aydın çıkaramıyor. Haftalardır Kanuni Sultan Süleyman'ın hayatını anlatan çarpık bir diziyi tartışıyoruz.

Bu tartışmalar, aslında Kanuni Sultan Süleyman'ın kim olduğunu öğrenmek için iyi bir fırsat bence.

Çünkü malum dizideki iftiraya öfke ile cevap vermek onların seviyesine inmek demek.

Onlara tarihi belgelerle cevap vermek en ehveni.

Değil mi ki, tarih; insan topluluklarını yaşayışlarını, birbiriyle olan ilişkisini, kültür ve medeniyetini anlatan bilim dalı...

Kanuni Sultan Süleyman'ı sadece ders kitaplarına indirgemek, Kanuni'ye en büyük hakaret.

Kayıt dışı tarihe havale etmek de...

Avrupalıların bile "Muhteşem Süleyman" diye saygı duyduğu 1. Süleyman 10. Osmanlı Padişahı ve İslam halifesi...

Babası Yavuz Sultan Selim'den devraldığı 6.5557.000 km2 Osmanlı topraklarını kırk altı yılda 14.893.000 km2'ye çıkarmış...

1520 yılında tahta çıkış... Bir yıl sonra Belgrat... Hemen ertesi yıl Rodos... 1526'da Mohaç, 1534'de Bağdat ve Tebriz... Dört sene sonra Boğdan'ın tamamı ve Preveze...

Kanuni 1541'de Avrupa kapılarına dayandı... Macaristan'ın tamamını, 1543'te Estergon, 1553'de Safevi topraklarının bir kısmı, 1566'da Zigetvar fethedildi. Zaten Zigetvar fethedilmeden bir gün önce yani 6 Eylül'de Hak'kın Rahmetine kavuşmuş.

Kanuni yaşamı boyunca Devlet-i Aliyeyi yüceltmek için uğraştı. Zaferler, başarılar Osmanlı Devleti'ni zirveye oturttu.

Kanuni Sultan Süleyman'ı anlatmak için bu sütunlar dar gelir. Bu bakımdan biz de hatıratına hürmeten bir iki olayı okuyucularla paylaşalım istiyoruz.

Süleymaniye Camii, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Osmanlı Devletinin gücünü ve görkemini göstermek adına inşaa ettirildiği söylenen mabed... Malum tarihin en büyük ustası Mimarbaşı Sinan'a veriliyor bu görev.. Camii ve külliyesi 7 senede ancak bitiriliyor.

Ancak yedi yıllık bu uzun süre Kanuni'nin canını sıkar. Sinan'ın yapıyı neden bir türlü açmadığını anlayamaz... O sırada her taraftan dedikodular kulağına gelir Sultan'ın.

Durumu kendi gözleriyle görmek için bir ikindi vakti Süleymaniye'ye teşrif eder. Muhteşem yapının içine girdiğinde Sinan tam da söylendiği gibi caminin ortasında bağdaş kurmuş, nargilesini fokurdatmakla meşgul.

Sultan gözlerine inanamaz. Tok sesiyle ve bütün haşmetiyle "Bu ne iştir Mimarbaşı?" diye haykırır. Sonra bakar ki, Mimar Sinan'ın içtiği nargiledeki tömbeki yok... İçtiği ise sadece su... Usta mimar, nargilenin fokurtularını dinleyerek caminin akustiğini ölçmeye çalışıyormuş meğer. Mihraptaki imamın sesini, aynı oranda bütün camiye nasıl ulaştıracağını hesaplıyormuş... Bunun için Anadolu'nun değişik yörelerinden 65 tane dev turşu küpü getirmiş. Bu küpleri içi boş, ağızları dışarı gelecek şekilde kubbenin eteklerine dizdirmiş... Amacına ulaşmıştı Mimarbaşı... Sesi, yüzlerce metrekarelik mekânın her köşesine, en iyi şekilde yaymayı başarmıştı. Kanuni de, Sinan'ın niyetini anlamış, ustasını bağışlamıştı.

Meşhur mektup olayını aktaralım isterseniz. Ki geçenlerde Kanuni Sultan Süleyman'ın, Fransa Kralı 1. Francois'e yazdığı mektup Paris'te sergilendi hatırlarsanız.

Almanlara esir düşen Francois'in Osmanlı Padişahından yardım istediği ve Kanuni'nin de Francois'i esaretten kurtarışına dair önemli detayları içeren bir mektup.

Fransa, Alman İmparatoru ile yaptığı savaştan yenilgiyle çıkar. Fransa Büyükelçisi Kont Jan de Franjipan, Düşes Dangolen'un mektubunu Kanuniye takdim eder.

Kraliçenin mektubu şöyledir:

"Şimdiye kadar oğlumun kurtuluşunu Sharlken'in insafına bırakmıştım. Fakat Sharlken oğluma hakaretler etmektedir. Dünyaya geçen hükmünüz, cihanın bildiği azamet ve şanınızla oğlumun kurtulmasını temin etmenizi zat-ı şahanenizden niyaz ediyorum."

Bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman, Kraliçe ve esir düşen Francois'e birer mektup gönderir. Mektup özetle ve sadeleştirilmiş şekliyle şöyledir:

"Ben ki; Akdeniz'in ve Karadeniz'in ve Rumeli'nin ve Anadolu'nun ve Karaman'ın ve Rum'un ve Dulkadir Vilayeti'nin ve Diyarbakır'ın ve Kürdistan'ı ve Acem'in ve Şam'ın ve Halep'in ve Mısır'ın ve Mekke'nin ve Medine'nin ve Kudüs'ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen'in ve daha nice memleketlerin ki, yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dahi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı Sultan Beyazıd Han oğlu, Sultan Selim Han oğlu, Sultan Süleyman Han'ım..

Sen ki; Françe Vilayetinin Kralı Francesko'sun... Sultanların sığınme yeri olan kapıma, adamın Frankipan ile mektup gönderip, memleketinizin düşman istilasına uğradığını, halen hapiste olduğunuzu bildirip, kurtulmanız hususunda bu taraftan yardım ve medet istemişsiniz. Her ne ki demiş iseniz benim yüksek katıma arz olunup, teferruatıyla öğrendim. Padişahların bozguna uğraması ve hapsedilmesi acayip değildir. Gönlünüzü hoş tutup, hatırınızı incitmeyiniz. Bizim ulu ecdadımız, daima düşmanı kovmak ve memleketler fethetmek için seferden geri kalmamıştır. Biz dahi onların yolundan yürüyüp, her zaman memleketler ve kuvvetli kaleler fetheyleyip gece, gündüz atımız eğerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır. Allah hayırlar versin ve iradesi neyse o olsun. Bunun dışındaki vaziyet ve haberleri adamınızdan sorup öğrenesiniz."

Sonuç: Mohaç Meydan Savaşı sonucu dersini alan ve Viyana kuşatması ile gözü iyice korkan Alman İmparatoru Sharlken, Francois'i serbest bırakır. (Tarihçi Hammer'den)

Kanuni Sultan Süleyman'ın Fransa'ya yazdığı ikinci mektup ilki kadar şefkat yüklü değildi. Çünkü Fransa'da ilk kez bir dans gösterisi provaları yapılıyordu ve bu durum Kanuni'nin kulağına kadar gelmişti. Eğer bu gösteri sahneye konulursa, toplumsal ahlaki çözülme yaşanacağı endişesi taşıyordu.

Bu müptezelliğe son vermek için hemen mektup yazdı. Mektub-u Humayun şöyleydi:

"Ey Fransa Kralı Fransuva!

"Sefirim kebirimden aldığım mazhara göre malumatım oldu ki, memleketinde dans namında ala mele innas fuhşiyyat ve lubiyat yapıyormuşsun.

"İş bu name-i humayunumun eline vusülünden itibaren bu mel'anet rezalete son vermediğin takdirde, orduy-u humayunumla gelip seni kahretmeye muktedir olurum." (a.g.t.)

Sonuç: Fransa korkusundan bu gösteriyi 100 yıl ülkesinde yasaklamış, sahneye koyamamıştır.

Kanuni Sultan Süleyman, asırlar sonra kendisinin, torunları tarafından "Ala mele innas (elalem içinde) fuhşiyyat ve lubiyat" yapan biri gibi gösterildiğini bilseydi, acaba ne düşünürdü?


1 yorum

Şehzade Mustafa'nın katli

Şehzade Mustafa'nın katli yüzyıllar boyunca milletimizin vicdanını yaralamış ve hatta yabancılar dahi bu konuya üzülmüşlerdir. Zira katlin öncesi, yapılış şekli ve sonrasında Mustafa'nın küçük oğlunun da katledilişi hakikaten vicdanları dağlar mahiyettedir. Burada şimdi, tarihçilerimize büyük görev düşüyor. Acaba Mustafa'nın orjinal imzası ve Acem Şahına gönderilen mektuptaki veya düzmece olduğu öne sürülen diğer mektuplardaki mühürlerin karşılaştırılma imkanı yok mu? Tabii bunca geçen zamanda mühürler veya izler büyük ihtimalle harap olmuştur ancak ben yine de bu konuyu üzerinde kaligrafik bir çalışmaya değer olarak görüyorum. Bakarsınız ortaya bambaşka sonuçlar çıkar. Şu anda olayların oluş biçimi ve mantığımızı kullandığımızda vardığımız sonuçlar tamamen Mustafa'nın masumiyetini hissettiriyor insana. Kanuni bu konuda çok çok hatalıdır. Bunları sıralarsak:

1. Kanuni herkese karşı uygulanması gereken adil yargılama hakkını oğluna tanımamış, bir kere kendisinden savunma almadan gıyabında kendi beyninde yargılamış, Şeyhülislama'da ilgisiz farklı bir örnek vererek emsal bir karar almış, bunu da oğluna karşı tereddütsüz uygulamıştır. Oğlunu karşısına alarak konuşsa, ona mektupların ve söylentilerin nedenlerini sorsa belki de gerçeği yakalayacaktı. Zaten Mustafa da savunmasız bir şekilde babasını ziyaret için ordugaha gelmişti. Nasıl bir mantık ve vicdandır ki küçücük yaşlarda öpüp kokladığı oğluna karşı bu derece peşin hükümlü ve acımasız olmuştur. Burada Mustafa her halükarda mahkeme edilmeden katledilmiş gözüküyor. İslamda bunun yeri yoktur.

2. Hadi bir cinayet işlendi ve oğlu katledildi. Peki oğlundan sonra sırf '' Mustafa yoksa oğlu var'' söylentisi üzerine, 7 yaşındaki oğlunun annesinin kollarından alınarak katledilmesini nereye koyacağız. Hele bunun hiç mi hiç izahı yok. Efendim devlet bölünür, nizam-ı alem gibi gerekçeleri bunun için öne sürebilir misiniz? Sultan 1. Ahmed döneminde şehzade katli ortadan kaldırıldı ancak devlet bir 300 yıl daha yaşadı. Bu durum nizam-ı alem gerekçesini bence ortadan kaldırıyor. Hem nereden biliyorsunuz bu şehzadelerin isyan edeceğini?. Burada bence çok büyük bir evham rahatsızlığı var.

3. Mustafa'nın vefatı sonrasında Osmanlı toplumunda adeta bir şok dalgası oluşmuş, Halk aylarca adeta pasif bir isyanda bulunmuştur. Mustafa'nın vefatı dönemlerinde yakın danışmanı ve hocası büyük alim Mustafa Sururi Efendi üzüntüsünden Kanuni'nin verdiği bütün görevleri reddetmiş ve inzivaya çekilmiştir. O Mustafa Sururi Efendi daha önce kanuni'ye verdiği bir rapora Mustafa için, ''Tüm Devlet-i Ali tarihinde en iyi yetişmiş şehzade'' ibaresini kullanmıştır. Tüm şair- asker ve çoğu devlet adamı ile halk direkt Kanuni'ye laf söyleyemediği için Şehzade Mustafa konusunda Hürrem Sultan -Rüstem Paşa-Mihrimah Sultan'ı suçlamıştır. Bunların, Kanuniyi Mustafa aleyhine doldurduğu ve Mustafa'ya sahte mektuplar sureti ile tuzak kurduklarına inanmışlardır. 1561 yılında Fransa'da ve muhtelif tarihlerde çeşitli Avrupa devletlerinde Şehzade Mustafa ile ilgili trajedi ve çeşitli eserler yazılmış ve bunlarda Mustafa'nın masumiyeti vurgulanmıştır.

4. Ben Şayet Mustafa yaşasaydı Osmanlı şöyle büyürdü gibi sonuçlara itibar etmiyorum. Bu ancak Allah'ın bileceği bir durum. Tarihte bir de savaş talihi çok önemlidir. Mesela Sultan Yıldırım Bayezid çok cesurdu ve kazandığı Niğbolu muharebesinde tüm birleşik haçlı ordusunu adeta imha etmiştir. Ancak talihi yaver gitmedi ve Timur Han'a yenildi. Ancak bir gerçek var ki Mustafa Selim'e göre daha iyi yetişmiş, daha iyi devlet adamı ve askerdi.

5. Kanuni dönemi Osmanlı Devletinin hem en ihtişamlı dönemi, hem de büyüme momentinin düşüşe geçtiği bir dönemdir. Kanuniden sonraki 100 yıl içinde de devlet büyüdü ancak düşük bir momentumda. Kanuni döneminde Avrupa'da Belgrad'ın bir lojistik merkezi olması sağlanamamış, bu nedenle her Avrupa seferi Ekim_Kasım aylarında bitirilerek İstanbul'a dönülmüş, Avrupa'nın fethi hep yarım kalmıştır. Tekrara sefere çıkmakta hazırlıklarla birlikte yıllar almıştır. Ayrıca Doğuda da Safevi Türklerine karşı bir üstünlük sağlanamamış, Bu iki Türk devletinin anlaşmak yerine birbirleri ile uğraşması hem Avrupa fethini yarım bırakmış, hem de her iki devlette yıpranma yapmıştır. Kanuni Pargalı İbrahim Paşa ayarında bir develet adamı bulamamıştır. Son döneminde, Sokullu Mehmed paşa Pargalı kadar başarılı gözükse de savaş alanında Pargalı kadar faydalı olmamıştır. Kanuni döneminde onca tecrübeye rağmen, akla ziyan bazı seferler de yapılmıştır, mesela Viyana kuşatmasında ağır muhasara silahları alınmamış, Malta kuşatması da yeterli lojistik olmadan yapılmıştır. Ayrıca çok çok önemli olan Basra körfezinin Portekizlilerden temizlenerek, Hind Okyanusu ticaretinde pay sahibi olunması sağlanamamış, buradaki seferler başarısız olmamakla birlikte kesin bir sonuç alınamamış, Kanuni de burayla fazla uğraşmamış, hep ikinci derecedeki paşaları buraya göndermiştir.

6. Kanuni yerine mesela bir Yavuz Sultan Selim veya 4. Murad olsaydı ve o kadar hüküm sürselerdi tahmin ediyorum Osmanlı sınırları Atlas okyanusundan Orta Asya'ya kadar uzanırdı. Bunu o kısa sürede yaptıkları işlerden hareketle tahmin edebiliriz.Kanuni Seferde iken Hürrem'e aşk mektupları yazacak kadar aslında bence ideallerden uzaktı. 46 yılda yaptıkları bence çok çok yetersizdir. Seferde tamamen sefere odaklanmak yerine siz tutup aşk şiirleri yazıyorsunuz. Tarihin gördüğü büyük cihangirlerde bu durumu pek görmüyoruz. Hürrem Sultan da elde ettiği bu büyük mevkide, Lehistan kralına tebrik mektupları yazmaktan çekinmemiş, Aynı şekilde Mihrimah Sultan da yazmıştır. Burada Hürrem bir nevi Kraliçelik gibi bizim tarihimizde olmayan bir konumda görmüştür kendisini. Aslında Osmanlı, Kanuni döneminde tam bir cihan hakimiyetini kaçırmıştır. Tabii Dünya'da küresel güç odağı da Akdeniz'den Atlantik'e kayıyorken, bizim Akdeniz'e hapsolmamız da ayrı bir handikap olarak ortaya çıkmış ki, bu konuda belirgin bir girişimde bulanamadan sadece olayı seyretmişiz. Burada 2. Selim zamanında akla ziyan yapılan İnebahtı savaşının da önemli bir tesiri vardır. O savaşta çok önemli ve tecrübeli denizcileri kaybettik, bir tek Kılıc Ali paşa kaldı. Onun önerilerine de Saray hep kulak tıkadı. Zaten İnebahtı öncesinde de kendisi gibi tecrübeli bir denizci Paşa yerine donanma başına saray entrikaları ile Karacı bir paşa olan Müezzinzade Ali Paşa getirilerek çocukca bir hata yapılmıştı. Şavaş sırasında da Müezzinzade Ali Paşa Kılıç Ali Paşanın uyarılarını dikkate almayınca 200'e yakın gemi kaybettik. İki yıl içinde donanma yenilendi ancak büyük harcama ve emekler boşa gitti. Ayrıca batılılara da Osmanlı'nın yenilmez olmadığı gösterildi. Bundan sonra bizim donanma tamamen Akdeniz'de hakimiyeti elde tutma gayretinde oldu. Başarılı da oldu ancak tabii Atlantik yarışlarını hep uzaktan ve belki de ne olduğunu değerlendiremeden seyrettik.

2. Selim Han hiçbir savaşa iştirak etmemiş, savaşlar paşalar tarafından yürütülmüştür. Bu da Osmanlıda bir ilkti. 2. Selim Han zamanında yaşanan İnebahtı faciası, büyüme momentinin iyice düşmesi ile kendisinin savaşa iştirak etmemesi, toplumumuzda ''keşke Mustafa padişah olsaydı'' fikrini hep canlı tutmuştur. Tarihte 2.Selim Han'ın Mustafa'ya karşı yapıldığına inanılan komploda payı olduğuna dair bir kayıt yoktur. Nitekim o bir sözünde ''Baba ve anne Bayezıd'ı, ordu Mustafa'yı tutsun, beni de Allah tutsun'' manasında bir söz söylemiştir. Bu samimane dua da sonuca ulaşmış.

Her ne kadar savaşçı bir kimlikte olmasa da, sonuçta devrin en kudretli hükümdarıdır Selim Hanın. Merhametli ve dindar olduğu kayıtlarda vardır. İçki içtiği, kadınlara düşkün olduğu iddiaları kesinlikle bir mesnedi olmayan delilsiz iddialardır. Üstelik İslamın halifesinden bahsediyoruz. Böyle bir durumu istese de yapamazdı. Ayrıca etrafındaki Ebu Suud Efendi ve diğer ulemadan ve halktan tepki alırdı. Mesela oğlu Sultan 3. Murad içinde sefahat ehli derler ancak unutmayalım o '' uyan ey gözlerim gafletten uyan'' ilahisinin güftesi ona aittir. Böyle içten bir güftesi olan kişi herhalde sefihane bir hayata sahip olmazdı.

Hürrem Sultan'a olan kızgınlık nedeniyle ondan gelen padişahlara kötü gözle bakmak da hiçbir adalet mizanı ile açıklanamaz. Unutmayalım önemli ve zirve padişahlardan 1. Ahmed, 3. Mehmed, Genç Osman, 4. Murad, 1. Mahmud, 1. Abdulhamid ,2. Mahmud, Abdülaziz ve 2. Abdulhamid de Hürrem Sultan'ın soyundan gelmektedir.

13.02.2014 - Zafer