Hürrem | Konular | Kitaplar

Bir Şehzâde doğdu

Bu haftadan itibaren, Osmanlı kültürü ve yaşama tarzı hakkında yazacağım denemelerle 700. yıla katkıda bulunmak istiyorum. Umarım, değerli okuyucularımın ilgisini çeker.

Ve Mihrişah Kadın hâmile kaldı.

Mustafa—yı Sâlis, eskilerin ilm—i nücum dedikleri astrolojiye fazlaca inandığı için Selim'in ana rahmine düşeceği eşref saat müneccimler tarafından dikkatle belirlenmişti. Doğumun yaklaştığı günlerde geleneğe uyularak düzenlenecek büyük şehrâyin için hazırlıklara başlanması gerekli yerlere bir fermanla bildirildi. Önce Bâb—ı Hümâyun önüne bir otağ kurularak içi ve dışı kıymetli âvizelerle, kandil ve aynalarla süslenerek aydınlatıldı. Bâb—ı Hümâyun'dan başlanarak bütün saray altın ve gümüşten yapılmış güneşe benzer şekiller, değerli kumaşlardan flandre şeklinde bayraklar ve kandillerle donatıldı. Orta Kapı'nın iki tarafına da çok büyük aynalar yerleştirilmiş, nâdide âvizeler asılmıştı. Padişahın şahsına ait kasırlar Seferli, Hazinli ve Has Odalı ağalar tarafından aynı şekilde donatıldı.

Şehrâyin hazırlıkları sadece Topkapı Sarayı'nda değildi. Başta Sadrazam ve Şeyhülislam konakları olmak üzere bütün devlet erkânının konakları tepeden tırnağa bezenmişti. Çarşı pazar halkı da dükkânlarını gelin gibi süslemiş, şâhâne doğumu bekliyordu. Halk en ihtişamlılarından birini de Hibatullah Sultan'ın doğumu vesilesiyle iki yıl önce yaşadığı, sıkıcı hayatına renk ve hareket getiren şehrâyinlere dünden hazırdı. Hâli vakti yerinde olanlar, Sadrazam Koca Ragıp Paşa'nın konağına giderek evlerini donatıp şehrâyine katılmak için dilekçeler verdiler. İzni koparınca âdeta yarış halinde kapılarına, pencerelerine kandiller ve bayraklar asmaya, avlularını süslemeye başladılar. Hibetullah Sultan'ın doğum şenliklerinin tadı hâlâ damaklarındaydı.

Hamil müddeti sona ermiş ve Mihrişah Kadın'ın sancıları başlamıştı. Doğum için de bir eşref saat belirlemesi için Müneccimbaşı'ya haber gönderildi. Hiç vakit geçirmeden kolları sıvayıp klasik hesap usullerini kullanarak zâyirçeyi belirleyen müneccimbaşı, seb'a—i seyyarenin hareketlerine bakarak doğacak şehzadenin olağanüstü yeteneklere sahip bir cihangir olacağını istihrac etti. Bunun için şehzadenin mutlaka belirlenen hayırlı saatte doğması gerekiyordu. Ne var ki ebelerin bütün gayretlerine rağmen ufak bir hesap hatası yüzünden doğum belirlenen saatte gerçekleşmemiş, ancak Müneccimbaşı saatin ibresini hafifçe oynatarak bu küçük müşkülü de halletmişti. Tabii bundan padişahın haberi olmayacaktı. Yıllardan 1761, günlerden 19 Temmuz'du.

Doğum müjdesini Karakulak Ağa'dan alan Sadrazam Koca Ragıp Paşa derhal Arz Odası'na geçti ve haberin padişah tarafından kendisine resmen bildirilmesini beklemeye başladı. Kısa bir süre sonra Ser—musâhib—i Şehriyâri Cevher Ağa'nın hatt—ı hümâyunu getirmekte olduğu haberi ulaştı. Paşa, Cevher Ağa'yı aralarında Kethüda Bey, Reisülküttab Efendi ve Çavuşbaşı Ağa'nın da bulunduğu maiyettiyle birlikte merdiven başında karşıladı, müjde hattını alıp Arz Odası'na döndü; bir şehzadenin dünyaya geldiğini ve Selim adının konulduğunu bildiren Hatt—ı Hümâyunu yüksek sesle ve sevinç gözyaşları içinde okuduktan sonra, müjdeyi getiren Cevher Ağa'yı iltifatlarla oturttu, padişahın hattına karşılık olarak tebrik ve teşekkür tehlisini eliyle yazdı, bir kasaya koyup mühr—ü hümâyunla mühürledi.

Cevher Ağa saraya armağanlara boğulmuş olarak döndü.

Bir aydır hazır bekleyen kandiller ve aynalı şamdanlar o gece yakıldı, avlu ve meydanlardaki meş'alelere ateş verildi. Altın sırma işlemeli çavuşlar "Uyana mehterbaşı!" nidalarıyla taraf taraf na'ralar attılar. Dâire—i Hümâyun'daki büyük davulların, paşa konağındaki davul ve zurnaların sesi gün doğuncaya dek yeri göğü inletti. Bu pırıltılı coşkunluk kısa sürede bütün şehre sirâyet etmiş, bir uçtan bir uca kandiller ve mahyalar yakılarak Dersaadet ışıktan bir masal şehrine döndürülmüştü. Münâdilerce ertesi gün erkenden yedi gün yedi gece vilâdet—i hümâyun şehrâyini yapılacağı duyuruldu. Toplar atılırken tatarlar müjdeyi Devlet— i Aliye'nin dört bucağına duyurmak için atlarını çatlatırcasına koşturmaya başladılar.

Görülmedik bir şehrâyindi. Hokkabazlar, ateşbazlar, canbazlar bütün maharetlerini ortaya dökerek Dersaadet halkını eğlendiriyorlardı. İnanılmaz bir hürriyet içinde herkes kurdunu keyfince döküyor, Yahudi ve Rum grupları başta sadrazam olmak üzere birçok devlet adamıyla alay eden temsiller veriyorlardı. Bazıları padişahı bile taklit etmiş ve hiç bir cezaya çarptırılmamışlardı.

Sultan Mustafa, halkının eğlenceye doyması için yedi gün yedi gecelik şehrâyine üç gün üç gece sürecek bir derya donanması ilave edilmesini ferman buyurunca neş'e doruğa tırmandı. Halk büyük bir coşkunluk içinde eğleniyordu. Kum Meydanı'nda ellişer zira yüksekliğinde üç direk onar zira arayla dikilmiş, üzerlerine renkli flandreler ve direkten direğe üç bin kandilli mahya kurulmuş, ayrıca büyük mühr—ü Süleymanlar asılmıştı. Muhzır Ağa dairesinin önünde zemberekle durmadan hareket eden bir aslanla bir kaplan vardı. Binek taşı meydanının dört yanı yedişer zira yüksekliğinde, üçer zira aralıklı sütunlarla süslenmiş, birinden ötekine armalı kuşaklar bağlanmış, her sütunun üzerine birer billur fener, armalara da küçük billur fenerler ve hotozlar asılmıştı. Yine aynı meydandaki kameriyenin tepesi seksen kadar büyük billur fenerle çok sayıda kandille donatılmıştı.

Padişahın bir çocuğu doğduğu zaman, yedinci günde Valide Sultan tarafından beşik gönderilmesi kadîm bir gelenekti. III. Mustafa'nın annesi hayatta olmadığı için, bu görev, Sadrazam Koca Ragıp Paşa'nın eşi olan büyük kızkardeşi Saliha Sultan'a düşüyordu. Paşa, zevcesi adına göz kamaştırıcı bir beşik yaptırmıştı bile; yekpâre kaplama altın levha üzerine trâşîde elmaslar kakılmış, yorganın işlemelerine her biri şahdâne olmak üzere yedi okka inci sarfedilmişti. Bu beşik, geleneğe uyularak Sarây—ı Hümâyun'a muhteşem bir alayla götürülecekti. Beşik alayına katılacak olanlar, erkenden sadrazam sarayına gelerek toplandılar. Başta Dîvan—ı Âli çavuşları, onların arkasında samur erkân kürkleriyle vezir ağaları vardı. Zaim ağaları, sadrazamın silahdarı ve Gedik ağaları, altı yüz Enderun ağasıyla birlikte onları takip ediyorlardı. Daha geride Saliha Sultan'ın helvacıları, kethüdaları, Muhzır Ağa ve Bostancı Odabaşısı Ağa, sadrazamın Selam Ağası ve Kapıcılar Kethüdası, onların arkasında da Sadaret Mektupçusu, Birinci ve İkinci Tezkireci'ler, sonra Çavuşbaşı Ağa ve Reisülküttab Efendi, ardınca iki yüz tabla kadar meyve, çiçek, helva ve çeşit çeşit şekerlemelerle hademeler, sonra teker teker Telhis Ağası ile Teşrifatî Efendi ve sultanın baş ağası ve ağaları, onların ardında da uzun boylu dört çuhadarın başları üzerinde taşıdıkları beşik geliyordu. En arkada ise bütün ihtişamıyla Sadaret Kethüdası ve Mehterhâne takımı vardı.

Beşik Alayı, Sadrazam sarayından çıktıktan sonra Cağaloğlu yolundan Mahtmutpaşa civarına, Valide Hanı önünden Eski Saray kapısına doğru yürüdü, Bayezid Camii avlusundan geçerek Divanyolu'na çıktı, ağır ağır ilerleyerek Bab—ı Hümâyun'dan saraya girdi. Atlılar Orta Kapı önünde atlarından indiler. Darüssaade Ağası ve Musahip ağalar, alayı Harem—i Hümâyun kapısında bekliyorlardı. Sadrazam Kethüdası beşiğin ayağını öptü ve Darüssaade Ağası'na, o da saygıyla ayağına yüzünü sürdüğü beşiği Yazıcı Efendi'ye verdi. Daha sora Darüssaade Ağası önde ve harem ağaları etrafında olmak üzere, önce beşik örtüsü, sonra yorgan, ardından beşik harem—i Hümâyun'a teslim edildi. Ağa yerine döndükten sonra alaya katılanlardan bazılarına hil'atler giydirildi, bazılarına da atiyeler verildi. Ve dağıldı alay.

Beşik lohusa odasına ulaştığında köşede oturan Saliha Sultan tarafından karşılandı. Sağında diğer sultanlarla hükümdar ailesi, solunda da davetliler vardı. Saliha Sultan beşiğe bir avuç altın saçtı, davetliler de aynı şekilde avuç avuç altın yağdırmaya başladılar. Daha sonra ebe, bebek Selim'i kucağına alarak dualarla beşiğe yatırdı, üç kere salladı, sonra tekrar kucağına aldı. Bu sırada davetliler, üzerini değerli kumaşlarla örttüler. Bu kumaşlarla saçılan altınlar ebenin hakkıydı.

Lohusaya davet edilenler Harem'de üç gün misafir edildiler; evlerine döndükten sonra da Mihrişah Kadın'a ve dairelerinde misafir kaldıkları kadın efendilere değerli hediyeler göndermeleri gerekiyordu.

Şimdi Selim, Harem—i Hümâyun'da el bebek gül bebekti, padişah babası yaşadığı sürece.

Beşir Ayvazoğlu


Konular