Hürrem | Konular | Kitaplar

Batı haremi

Harem denince hep Doğu akla geldi. Hiç Batı'nın haremleri anlatılmadı, resmedilmedi. Faslı yazar Fatima Mernissi harem tartışmalarına yeni bir boyut getiriyor ve kadınların sürekli güzel kalmak zorunda oldukları Batı haremini tartışmaya açıyor. Mernissi'ye göre kadını zamana hapseden Batı, mekana hapseden Doğu'dan çok daha acımasız ve katı bir tavır sergiliyor

Harem denince akla hep Müslüman topluluklar geliyor. Hıristiyan topluluklarda ise böyle bir kurumdan hiç söz edilmiyor. Mekansal olarak Batıda haremin olmadığı bir gerçek. Ama bu, Batıda harem yoktur anlamına gelmiyor. Faslı bir öğretim üyesi olan ve kitap tanıtımı için Batıyı dolaşan Fatima Mernissi yeni bir tanım getiriyor: Batı haremi. Yani madalyonun diğer yüzünü çeviriyor ve Batı haremini sorguluyor. Feminist kimliği öne çıkan Müslüman bir yazar olan Mernissi (Bu gözlem Prof. Dr. Hüseyin Hatemi'ye ait) Türkiye'de Harem'den Kaçan Şehrazat ismiyle yayınlanan kitabında Batı hareminin ipuçlarını veriyor. Ama önce Doğu hareminin, yani Müslüman hareminin ne olduğuna ve oryantalistlerin bunu algılamakta neden güçlük çektiklerine göz atmakta fayda var.

Kadınlar manastırı

Harem, Osmanlı'da padişahın ailesi anlamına geliyordu. Haremin kendi içinde belirlenmiş kuralları vardı ve bunu padişah dahi bozamıyordu. Cariyelerin nasıl alınacağı ve onların hangi eğitimlerden geçeceği kurallarla sabitti. Her kadın yetenekli olduğu alanda uzmanlaşıyor, din eğitimi alıyor; musiki, hat ve tezhip gibi sanatları öğreniyordu. Her yaştan kadına açıktı. Genç kızlar da, yaşı 60'ın üzerinde olanlar da vardı haremde. Sanılanın aksine harem kadınları yaşamdan kendilerini soyutlamıyordu. Akıllı ve zeki olanlar valide sultan bile olup, ülke yönetiminde söz hakkı kazanıyordu. Hürrem Sultan, Kösem Sultan gibi Osmanlı tarihine damgasını vuran, taht kavgaları yapan kadınlar da haremde yetişmişti.

Oryantalistler Doğu haremini çıplak kadın vücutlarıyla resmededursun, Türk tarihçiler onu oldukça farklı algılıyor. Çağatay Uluçay eğitim yuvası olarak görüyor, İlhan Bardakçı ahlak mektebi diyor, Halil İnalcık kadınlar manastırı tanımlamasını getiriyor. Bir başka tarihçi İlber Ortaylı ise çok net bir tanım ortaya koyuyor; "Harem'de önemli olan, gelen kadının en iyi şekilde yetiştirilmesi, eğitilmesi ve izdivaç yapmasıdır." Türk İktisat Tarihi uzmanı olan Prof. Dr. Hüseyin Özdeğer ise haremin bir atölye gibi çalıştığını ifade ediyor. Osmanlı'da daha çok varlıklı insanların haremleri olduğuna dikkat çeken Özdeğer, "Harem sahibi insanların iplik, dokuma vb. işletmeleri olurdu. Cariye ve içoğlanlar buralarda çalıştırılır, karşılığında kadı tarafından belirlenen yıllık ücretleri ödenirdi" diyor. Özdeğer doçentlik tezi olarak Bursa ilinin 1463—1640 yılları arasındaki tereke defterlerini çıkarmış. Elde ettiği rakamlar ise oldukça çarpıcı. Toplam 3121 kişinin medeni durumları araştırılmış. 1092 evli erkekten sadece 49'unun iki, 2'sinin de üçer karısı olduğu belirlenmiş. 1041 erkek ise sadece bir kez evlenmiş. İkinci evlilikler ise daha çok kadının eşlik görevini yapamaz hale gelmesiyle ya da çocuk doğuramaması gibi nedenlerle yapılmış.

Prof. Dr. Hüseyin Hatemi, Doğu haremlerini Batıdakinden ayıran bir özellik olarak yaşlılara gösterilen saygıyı örnek veriyor. Batılıların aksine Müslümanlar yaşlandıkları için hiçbir kadına hor gözle bakmamış, ona haremin en saygıdeğer kişisi muamelesini göstermiş. Yani yaşlılıkla birlikte kadınlar yok sayılmamış, onlardan sürekli genç kalmaları beklenmemiş. Batıda nasıl olduğuna geçmeden önce oryantalist ressamların harem kadını diye çizdikleri portrelerin aslında ne anlama geldiğini gözlemlemekte yarar var.

Kendi kadınlarını resmediyorlar

Türk tarihçiler oryantalist ressamların çoğunun Doğu'yu görmeden harem tasviri yapmasını eleştiriyor. Müslüman ülkelere seyahat yapanlar da hareme giremedikleri için azınlıklardan duydukları hikayeleri ya da onların yaşamlarını resmetmeyi tercih etmiş. Fatima Mernissi; Picasso, İngres, Delacroix ve Matisse başta olmak üzere bütün oryantalistlerin aslında kendi hayal dünyalarındaki kadını resmettiklerini iddia ediyor. Bu resimlerde kadın itaatkar, şehvetli ve erkeğe hizmetten başka görevi olmayan yaratıklar olarak tasvir ediliyor. Mernissi, Batılıların bilinçaltına işleyen kadın düşüncesinin en açık ifadesini Alman aydınlanışının önemli filozoflarından biri olarak kabul edilen İmmanuel Kant'ın "Güzellik ve Yücelik Duygusu Üzerine Düşünceler" adlı kitabında bulmuş. Kant'a göre kadınlık güzellik, erkeklik ise yücelikti. Çok şey bilen kadın cazibesini kaybediyor, bu bilgiyi sergilediği zaman da bütün dişiliğini öldürüyordu. Bu nedenle kadınlar matematik, tarih ve coğrafya gibi ilimlerle meşgul olmamalı, sadece sohbetlere katılabilecek bir bilgi seviyesini yakalamaları yeterli idi. Ve nihayetinde kadın güzel olmak için çocuksu ve aptal görünmek zorundaydı.

Nitekim oryantalist ressamların harem kadını diye çizdikleri resimlerde, kadınların bu özelliklerini fazlasıyla görmek mümkün. Rana Kabbani de oryantalist resmi anlatırken Avrupalıların görmek istediği şeyleri çizdiklerini vurguluyor; "Oryantalistler resmederken Doğu'yu anlatıyorlar, onu metafora ve mite dönüştürüyorlardı. Avrupa'ya görmek istediklerini sunuyorlardı." Oryantalistlerin İstanbul'u isimli kitapta alıntı yapılan Ary Renan ise en iyi oryantalist sanatçıların, tuvallerinde egzotizmi abartmayanlar olduğunu söylerken aslında abartı sanatının ne kadar çok kullanıldığını da itiraf ediyordu.

Doğu minyatürlerinde kadın

Batıda tasvir edilenin aksine doğu minyatürlerinde kadınlar daha çok av sahnelerinde, günlük hayatta hareket halindeyken çizilmiş. İslam, resmi yasakladığı için minyatür sanatı yaygınlaşmıştı. Minyatürün anavatanı ise İran. İran denince akla Şirin geliyor. Ferhat ile Şirin, Hüsrev ile Şirin öyküleri bütün İslam dünyasındaki minyatürlerde etkili olmuş. Ata binen, sevdiği erkek için ülkesini terk edip dağları, ovaları aşan, avlanan ve nihayetinde sevgilisine kavuşan Şirin tarih boyunca minyatürlerde kadınlığın sembolü olarak kullanılmış. Bu nedenle Doğu öykülerinde anlatılan kadınlarda hep Şirin'in izlerine rastlamak mümkündür. Ortak özellikleri hepsinin de güçlü karakterler olması, gerektiğinde ok atıp kılıç sallamaları, yalnız başlarına okyanusu bile aşabilmeleriydi. Hayatla tek başlarına mücadele edecek kadar akıllı ve zekiydiler.

Resimde Şirin, edebiyatta Şehrazat

1001 Gece Masalları'nın kahramanı Şehrazat kendisini ve ülkesinin diğer kızlarını ölümden kurtarmak için Şehriyar'a her gece bir öykü anlatmak zorundadır. Fatima Mernissi, Şerhazat'ın üç konuda gösterdiği ustalıkla bu zor görevi başardığını belirtiyor; "Birincisi çok geniş bir bilgi birikimini kontrol edebilme, katilin zihninden geçenleri olduğu gibi okuyabilme yeteneği ve soğukkanlılıkla hareket etmeye kararlı olma. İkincisi yalnızca sözcükleri kullanarak bir katilin fikrini değiştirme yeteneği. Üçüncüsü ise doğru düşünebilmek için korkusunu kontrol altında tutma ve yönlendirmeye yönelik soğukkanlı olabilme yeteğidir." Bütün Doğu öykülerinde Şehrazat hedefine ulaşmış ve hem ülkesinin kızlarını ölümden kurtarmış hem de Şehriyar'ın eşi olmayı başarmıştır. Şehrazat, Batı'yla tanıştığı vakit öykünün finalinde değişiklikler yaşanmaya başlamış. Mernissi bu değişikliği şöyle anlatıyor; "Bütün çevirilerde akıllı ve zeki kadın Şehrazat kaybolmuştu, nedeni açık; çünkü Batılılar yalnızca iki şeyle ilgileniyordu: Macera ve seks. Bu çevirilerde dikkatler kadın ile erkek arasındaki diyalogdan uzaklaştırılıp, kadın vücuduyla (giyim, dans) sınırlandırılıyordu." Batılı çevirmenlerden Edgar Allan Poe ise işi çok daha ileri götürmüş ve öykünün sonunda Şehrazat'ı öldürmüştü. Oysa Şehrazat sürekli "Müslüman bir kadın ölüme razı olmadan önce, savaşmalıdır" diyordu. Poe'nun bu tavrı, İmmanuel Kant'ın akıllı kadınların ölümü hak ettiğine dair teziyle örtüşüyor. Mernissi'inin ifadesiyle, Batı, akıllı ve zeki kadınlara tahammül edemediğini bir kez daha gösteriyordu.

Batı'nın haremi

Peki Batı haremindeki kadınların özelliği neydi? Fatima Mernissi, Harem'den Kaçan Şehrazat'ta başından geçen bir olayı anlatarak bu sorunun cevabını veriyor. Bir etek almak için Amerika'nın en lüks mağazalarından birine gider Mernissi. Ancak bedenine uygun bir etek bulamaz. Çünkü en büyük etek kırk iki bedendir. "Bu koskaca mağazada bana uygun bir etek yok mu?" sorusunu tezgahtar kız şöyle cevaplar; "Hayır, çünkü siz çok büyüksünüz: Standart beden kırk ve kırk ikidir; sizin ihtiyacınız olan farklı bedenleri özel mağazalarda ancak bulabilirsiniz." Tezgahtarlık yapan kadın da Mernissi gibi ellisini aşkın olmasına rağmen yaşının yarısı kadar göstermektedir. Çünkü buna mecburdur, aksi halde orada çalışmasının zor olduğunun farkındadır. Mernissi ısrarla "Peki herkesin kırk iki beden olması gerektiğini kim söylüyor?" deyince tezgahtarın cevabı "Bütün dergilerde, televizyonda, reklamlarda. Ondan kaçamazsın. Calvin Klein var, Ralph Lauren var, sonra Gianni Versace, Giorgia Armani, Mario Valentino... Büyük mağazalar da bu ölçülere uyarlar. Kırk sekiz veya elli beden satsalardı, ki sanırım sizin ihtiyacınız olan da bu, iflas ederlerdi" şeklinde olur. Ardından da Batı hareminin o sihirli cümlesini ilave eder; "Çok iyi paralar kazanılan modayla ilgili işlerde çalışan pek çok kadın, sıkı bir rejime uymadığı takdirde, işini kaybedebilir."

"Kırk iki beden" simgesi

Fatima Mernissi bu sözlerin ima ettiği tehdidin çok zalimce olduğunu söylüyor ve "kırk iki beden"in kadınlara dayatılan ve Müslümanların örtüsünden bile daha katı bir kısıtlama olduğunu belirtiyor; "Kadınları meydanlardan uzaklaştırarak erkek egemenliğini kurmak için mekanı kullanan Müslüman erkeğin aksine, Batılı erkek de zaman ve ışığı kullanıyor. Bir kadının güzel olması için on dört yaşında görünmesi gerektiğini iddia ediyor. Kadın 50 veya daha kötüsü 60'ında gösteriyorsa, sınırı aşmış demektir. Spot ışıklarını kız çocuğuna çevirip onu güzellik ideali olarak göstererek, olgun kadını görünmezliğe mahkum ediyor. Kadın olgun ve iddialı görünürse, ya da kilo almaya aldırmazsa, çirkinliğe mahkum ediliyor. Böylece Avrupa hareminin duvarları genç güzelliği, çirkin olgunluktan ayırıyor."

Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Mernissi'nin "Kadın Doğu'da mekana, Batıda zamana hapsediliyor" tezinin muhataplarından birisi. Çünkü Barbarosoğlu inançlarının emrettiği gibi giyinmeyi tercih eden bir yazar. Peki Barbarosoğlu bu tanım hakkında ne düşünüyordu: "İnsanların bedensel olarak daha çok çalışmak zorunda kaldığı, yiyeceğin kıt olduğu dönemlerde, kırk iki beden güzellik sembolüdür. 'Apak topak kadın' anlayışı güzellik tarifi olarak geçer. Bedensel aktivitenin azalması, katkı maddeleriyle yapılan endüstri yiyeceklerinin kolay kilo yapması, şişmanlığın toplumsal sorun haline gelmesi; güzellik mitinin 34 bedene doğru çekilmesinde etkisi olan değişkenlerdir. Modern birey güzel olmak için diyet yapmaktan, spora gitmeye ve daha pahalı olan light ürünleri tüketmeye kadar kendi bedenini sürekli 'onarmak' bilincinde olduğunu ispat etmek zorunda. Bu anlayışın arka planında bedenin; Yaratıcının emaneti olarak görülmesinin terk edilerek, yeniden inşa edilebilir, yıpranıp bozuldukça onarılabilir bir makine olarak algılanmasının izlerini görmek mümkündür."

Prof. Dr. Hüseyin Hatemi, Mernissi'nin iddialarının ilmi bir tarafı olmadığını; onun eskiden de feminist tavırları olan, şimdi ise yoldan çıkmış biri olduğunu belirtiyor; "1978 yılında Türkiye'ye geldiği zaman bilimsel temelden yoksun feminist bir kişiliği vardı. Amerika'da kendi başına gelenleri genelleştiriyor. Demek ki yaşlandı ve yaşlılık bunalımına girdi. Yaptığı gözlemlerin edebi bir değeri olabilir ama bilimsel tarafları yok. Bu haliyle Mine G. Kırıkkanat'ın Fas'taki karşılığı konumuna düşmüş."

Zayıfla, güzel kal

Amerika'da yapılan bir araştırmada bundan bir kuşak önce, ortalama bir mankenin kilosu ortalama bir Amerikalı kadınınkine göre yüzde 8 daha azken, bugün bu oran yüzde 27'ye çıktı. Amerika Güzeli'nin 1970 yılındaki kilosu ulusal ortalamanın yüzde 11'inin altındayken, 10 yıl içinde bu rakam yüzde 17'lere kadar düştü. Gittikçe de ideal kadın ölçülerindeki azalma devam ediyor. Tabii bu diyet sanayiinin her geçen gün daha çok kâr yapmasını da beraberinde getiriyor. İşte Fransız Yazar Perre Bourdieu'nun 1998 yılına ait verdiği rakamlar: "Diyet endüstrisi yılda 33 milyar dolar, kozmetik 20 milyar dolar, estetik cerrahi 300 milyon dolar ve pornografi 7 milyon dolarlık bir pazar payına sahip."

Batılı erkekler direkt olarak kadınlara nasıl görünmeleri, nasıl giyinmeleri gerektiğini söylemiyor elbette. Ama öyle bir pazar oluşturuyor ki kadınlar ister istemez kendilerini erkeklerin beklentilerine uygun hale getirmeye çalışıyor. Erkekler kozmetikten iç çamaşırına kadar bütün moda endüstrisini kontrollerinde tutuyorlar. Tasarımları kendi zevklerine göre yapıyor ve bunları giymeleri için kadınlara sunuyorlar. Çinli kadınların ayak sarma adetleri de bir anlamda erkeklerin baskısı sonucu oluyor. Çin'de küçük ayaklı kadınların güzel olduğuna inanıldığı için kadınlar, küçük yaşta demir ayakkabı giyerek ayaklarının küçük kalmasını sağlıyor. Batıda da kadınlar erkeklerin kontrol ettiği piyasada tutunabilmek için sürekli güzel kalmak zorunda olduklarını hissediyorlar.

Bizde de Batılılaşma ile birlikte harem geleneğinde değişim oldu ve tıpkı Batılılar gibi açık harem tercih edilir hale geldi. Yani güzel, zayıf ve genç kadınlar... Tıpkı Batıda olduğu gibi bizde de güzellik yarışmaları bu amaçla düzenleniyor. Birazcık yaşlanan güzellerin devri geçince yeni güzeller aranıyor. Her geçen yıl bu yarışmalara katılım yaşı küçülüyor. Jürilerde daha çok erkekler yer alıyor. Yaşlı, göbekli ve çirkin erkekler jüride kolayca yer bulurken, hiçbir güzellik yarışmasının jürisinde yaşlı ve çirkin kadına rastlanmıyor. En iyi ihtimal eski güzellik kraliçeleri ya da sponsor firmanın yetkilisi söz sahibi olabiliyor. Altmış yaşında fiziksel olarak artık çirkin kabul edilebilecek bir erkek, 18 yaşındaki bir kızın güzel olup olmadığına karar verebiliyor. Üstelik de bu, kimseye de garipsenecek bir durum gibi görünmüyor. Çünkü dayatılan mantığın temelinde bu var zaten: Kadınların erkekler tarafından beğenilmesi. Fatma Karabıyık Barbarosoğlu zamana hapsolmuş kadın bedeninin artık sadece Batıya özgü bir şey olmadığını, yüzünü Batıya çevirmiş her toplum için geçerli olduğunu söylüyor; "Kadının zamana sıkıştırılmışlığı, modern kültürün orta yaşı ortadan kaldırıp yaşlılığın istenmeyen bir kategori olarak kabul edilmesiyle hız kazanmıştır. Halbuki geleneksel kültürde yaşlı, hayat tecrübesine sahip biri olarak yol gösterici ve evin direğidir. Şimdinin geçmişten daha ileri olduğu ön kabulüyle birlikte yaşlıların evlerde tuttukları alan, işgal edilmiş alan olarak görülmüştür. Orta yaş gençliğe uzak, yaşlılığa yakın olarak algılandığı için fizik olarak gençliğe yakın bir noktada durmak önem kazanmıştır."

Hangi harem?

Harem nedir sorusuna verilen cevaplara şimdi Fatima Mernissi yepyeni bir soru daha ekleyerek madalyonun öbür tarafında neler yaşandığını sorguluyor. Bir anlamda yüzyıllar önce oryantalistlerin Doğu izlenimlerine nazire yaparak, bir Doğulu olarak Batı haremini gözlemliyor ve yaşlanmayan kadınların ülkelerinde yaşanan açık haremin ipuçlarını veriyor.

Açık harem

Fatima Mernissi'nin tarifini yaptığı

Batı hareminin özellikleri:

Varlığı onu seyredenlerin gözüne bağlı olan, hareketsiz bir obje konumuna mahkum edilmek, çağımızın eğitimli Batılı kadınını bir harem kölesine çeviriyor.

Kendilerini sürekli zayıflamak zorunda hisseden Batılı kadınlarda bir süre sonra özgüven ve saygınlık duygusunda tahribatlar oluşuyor.

Doğu'da kadınlara karşı kullanılan silah, insan arasına girmeyi sınırlamak; Batı'da kullanılan silahsa, gençliği güzellik olarak gösterirken, olgunluğu kınamaktır.

Zamanı harcayan Batılı kadınlar yaşla beraber tecrübe kazanıp olgunlaşıyorlar ve modanın kahinleri tarafından çirkin ilan ediliyorlar, aynen halka açık mekanları kullanan İranlı kadınlar gibi.

Batı erkeği, kadın güzelliğini, idealleştirdiği bir çocuklukta dondurmak için imgeleri ve sahne ışıklarını kullanıyor ve kadınları, yaşlanmayı utanılacak bir değer kaybı olarak görmek zorunda bırakıyor.

Bizim kültürümüzde (Doğu kültürü) yemek yapmasını bilen ve bununla birlikte iyi yemek yiyen kadınların erkeklerin gözünde değeri fazlalaşır ama Batıda tam tersi sözkonusu.

Müslüman erkekler kadınların uygun biçimde kapanmasını isterken, Batılı erkekler ise onların örtülerini açmaktan büyük haz duyuyor sanki.

Osman İridağ


2 yorum

söylediklerinizin bazı

söylediklerinizin bazı yerleri doğru bazı yerleri abartılı bazı yerleri de yalan demiyim ama yanlış
doğru kısmı doğuyla batın kadına bakış tarzı abartılı kısmı ise kimse ister batı olsun ister doğu olsun kimse kendi kadınlarına hor gözle bakmaz yanlış kısım ise osmanlıdan önce de sonrada bir sürü batı krallıkları impararatorlukları vardı onlarda hiç mi harem yoktu harem neden osmanlılarla özleşleşti osmanlılardan önce de kurulmuş olan bir sürü türk devleleri var onlarda neden anılmıyorda harem kelimesi illa osmanlılarda anılıyor bunu anlamıyorum

16.01.2013 - Ziyaretçi

CVP:söylediklerinizin bazı

neden osmanlı ile mi anılıyor? çünkü osmanlı sadece bir tarihi devlet değil.. aynı zamanda günümüzde hala tazeliğini koruyan ve ölüsü bile birilerin korkulu rüyası olmaya devam eden henüz cenazesi kalkmamış koca bir imparatorluk.. ve birileri bundan rahatsız oldugu için harem sadece osmanlı ile anılıyor..

16.01.2013 - çünkü